Bu başlığı okuduktan sonra kafanızda bir soru belirmiştir: "Bu kız yine neden bahsediyor?" diye.Merak ediyorsanız ben de duruma bir an önce açıklık getirmeye çalışayım. Bilirsiniz atalarımızın her durum için söylenecek sözleri vardır. Bu sözlerden birinin bir kısmını da yazıyı okumaya başlamadan gördünüz. Tam orijinal hali olmasa da söz şöyledir: "Tilkinin dönüp, dolaşıp geleceği yer kürkçü dükkanıdır." Hala size yazıcağım konunun ne olduğunu belirtmedim; ama artık lafı uzatmadan konuya giriyorum. Hayatında en cesur görülenlerin bile korktuğu birileri var, onlar her an görev aşkıyla yanıp tutuşan DİŞÇİLERİMİZ! İlköğretim 2. sınıftan itibaren yedi (rakamla 7) yıl boyunca tel taktım. Bu yüzden dişçiler benim uzmanlık alanımdır. Eğer şu anda mühendislik öğrencisiysem bunun en önemli nedenlerinden biri bu 7 yıl boyunca dişçide geçirdiğim süreçtir. Sırf dişçiler hakkında bir roman yazabilirim. Gerisini siz düşünün... Karşınızda maddelerle dişçi ritüelleri:
1) "Çok acımayacak": Ben bu zamana kadar dişçiye mutlu mesut, güler yüzle giden bir insan hatta canlı görmedim. Görebileceğimi de sanmıyorum. Biliyorsunuz dişçiye gittiğinizde, eğer dişçinin başka bir hastası varsa bir salonda beklersiniz. O sırada salonda başkaları olabilir. Gözünüzün önüne o salonu getirin ve okumaya devam edin. Sizin dışınızda bekleyen varsa, insanların elleri ağızlarında sanki o eli orada tutmak işe yarayacakmış gibi inlerler. Acı çektiklerini hemen anlarsınız. Yani demek istediğim o 6 ayda bir kontrol olayı yalandır. Herkes işi düşünce gider dişçiye. Salonda beklerken korkmuyorsanız da korkmaya başlarsınız çünkü içeriden garip sesler gelmektedir. Sanki odada bir grup işçi tadilat yapıyordur; ama gerçekler maalesef öyle değildir. Orada "tek kişilik dev kadro" olan sadece 1 dişçi ve 1 hasta bulunmaktadır belki bir de asistan vardır. Sıra size gelir ve dişçinin ağzından şu cümle çıkar: "Çok acımayacak". Hasta dahil herkes bir gerçeğin farkındadır ki, acıyacaktır...
2) En önemli varlıkları: dişçi koltukları: Dişçi koltuğu olmadan dişçi bir hiçtir! Öyle de kalacaktır! O koltukta ismini bilmediğim bir çok alet edevat, insanın gözlerini kör eden bir ışık ve tabiki musluk vardır. O alet edevatın çoğu nedense dişin içini delme amacıyla üretilmiştir. Yani aslında dişçilerin çok da yapıcı olduğunu söyleyemeyiz, ya diş çekerler ya da dişi delerler sonra dolgu yaparlar; ama hiç birşey eskisi gibi olmaz olamaz da... Benim en çok takıldığım nokta dişin içini oyan o alettir, nedense dişi deldikten sonra garip bir yanma kokusu gelmektedir ve beni o koku hep korkutmaktadır... Eğer dişçi koltuğunda bir yangın dedektörü olsaydı; kesinlikle her hastada binayı boşaltmak gerekirdi...
3) İfadeleri : Bu maddeyi uzatmak gerekirse: "Hastanın dişlerine baktıktan sonraki umutsuz ve bir o kadar acımasız olan, durum çok vahim" ifadesi olurdu. Dişçi size ölecekmişsiniz gibi davranır. Sizin bozuk olan moraliniz daha da dibe vurur ve şu cümleyi kurmanız an meselesi olabilir: "Doktor hanım, lütfen bütün dişlerimi sökün, yerine takma diş takayım, bütün bu dertlerden de kurtulurum." Bu cümleyi kurmuş biri olarak takma diş olayının çok daha zahmetli olduğunu öğrendim. Bu dişçi ifadelerinden kurtulmak için yapmanız gereken en güzel şey her yemek sonrası, akşam yatarken ve sabah kalktığınızda dişlerinizi fırçalamak olur. Yoksa bu dişlerin derdi bitmiyor arkadaş...
4) Reklamlarda sevimli görünenler: Hani izlersiniz ya bir diş macunu reklamı. Klasik bir yumurta testi olabilir ya da bir yerde sizi yolda yakalayan bir dişçi. Önce dişlerinize bakar... Yukarıda belirttiğim durum çok vahim ifadesini kullanaraktan size bembeyaz dişleriyle güler yüz maskesi takıp sempatik davranaraktan diş macunu önerir ve haftaya tekrar gelmenizi bekler. Sonra bir bakarsınız dişleriniz düzelmiş. O vahim ifade yok dişçinin yüzünde... İlginçtir... Sen bütün yıl dişini fırçalama bir diş macunu olayı 1 haftada çözsün...
Dişçiler zor insanlardır... Yine de kişilik olarak iyilerdir... Diş hekimleri size sesleniyorum en güzeli narkoz vermek... Hayatın bütün dertlerinden 1 saatliğine de olsa kurtulur insan...
Çok zor bir şey istemiyorum senden. Sadece gülümse. Yapacağın şey Newton'un bulduğu yerçekimi kuvvetini unutup dudak kıvrımlarını yukarı doğru kaldırmak :) emin ol zor değil :)
11 Ekim 2010 Pazartesi
6 Ekim 2010 Çarşamba
Öyle bir geçmez zaman ki...
Başlıktan da anlayacağınız üzere bu yazı "zaman" ile ilgili. Aslında konunun bir kısmında Einstein'ın meşhuuuur "İzafiyet Teorisi" bile geçecektir. Malum okullar başladı; hepimiz neşeli neşeli (!) okulumuza gidip, uslu uslu (!) derslerimizi dinliyoruz. Günler böyle geçip giderken bu gün girdiğim derste bir acı gerçekle karşılaştım! Ders bitmiyordu!!! Derse girdiğim amfide dijital bir saat vardı. Gözüm durmadan oraya takılıyor, ara olmasını bekliyordum... Bir bakıyorum saat 13:40 tekrar dönüp bakıyorum 13:42 olmuş; ama sanki o sırada hoca milyonlarca konu işlemiş gibiydi. Ne yapacağımı bilemedim, deftere karalamalar yapmaya başladım. Bir yandan da vicdan azabı çekiyordum dersi dinleyemediğim için... Böyle böyle derken anladım ki ders çok bereketliydi ve bitmiyordu. Zaman, dersin yanındaydı öğrencilerin değil. İşte o zaman dedim Einstein haklı! İzafiyet teorisi gerçek. Zaman göreceli bir kavram. Karşınızda geçmeyen zamanlar:
1) Konferanslar, okullar kısacası birşeyler dinlemek zorunlu olduğunda: Yazının girişinde de belirttim. Dersleri dinlemek zor. Hele de ilginizi çekmeyen bir konu ise ders dinle dinle bitmez; aslında dinleyeme dinleyeme bitmez. Aynı durum gidilen eğitim, konferans ve seminerler için de geçerlidir. Genelde bu tür yerlerde konusunda uzmanlaşmış kişiler konuşma yapar ve işin kötüsü bize anlatılan konuya hakimmiş gibi davranırlar. Biz de anlatılanları maalesef anlayamadığımızdan, işin ucunu bırakır ve başka şeylerle ilgilenmeye başlarız. Tavandaki noktaları saymak, acaba kaç kişi benim gibidir diye düşünmek, kalem çevirmek, resimde yeteneğimiz olduğunu keşfetmeye çalışmak, kafada bir şarkı söyleyip ritim tutmak gibi... Bence çoğu müzisyen ve sanatçı sırf bu durumlara katlanamadığı için yeteneklerini keşfetmişlerdir...
2) Azarlanırken: Kim azarlanmaktan hoşlanır ki? (Tabiki burada mazojistlerden bahsetmiyorum) Kimse azarlanmaktan hoşlanmadığına göre bir teori yapmak gerekirse "azarlanırken zaman geçmez". Eğer azarlanan bir çocuğa, şoföre vb. kişiye denk gelirseniz yüzüne dikkatlice bir bakın çoğu zaman "Bitse de gitsek tadında umursamaz bir tavır vardır", yani bir kulaktan giren diğer kulağa bile uğramadan çıkmaktadır. Bu yüzden lütfen azarlamayın zaman kaybı... (Kendim için bir şey istiyorsam...)
3) Sessizlik anında: İnsanların birbirini tanımadığı bir ortam düşünün. Mesela, iş görüşmesinin yapılacağı ortam. Bazı işler için çok fazla talep olabiliyor. Bu yüzden de birçok insan görüşme için bir salonda saatlerce bekleyebiliyor. Düşünün o ortamı birbirlerini elemeye çalışan insanların bulunduğu bir ortam. Gergin bir sessizlik ve üstüne üstlük de bekleyiş... Sizce bu zaman dilimi içerisinde dakikalar geçebilir mi? (Bu sorunun cevabını düşünürken sizin de ortamınızda bir sessizlik olduysa lütfen diğer maddeye geçiniz)
4) Sıra beklerken: "Nasıl yani?" demeyin. Size öyle bir sıra söyleyeceğim ki beni yüzde yüz haklı bulacaksınız. Saniyelerin hatta saliselerin en çok da geçmediği zaman "tuvalet" sırasıdır. Hem de çok zor durumdaysanız... Bence bu maddeye daha söylenecek söz yok...
6) Ramazan'da: Ramazan'dan derken iftar zamanlarından bahsediyorum. Eğer oruç tutuyorsanız, normalde çok hızlı geçecek bir gün aslında size bir aymış gibi gelir. Açsınızdır ve saat ilerlemiyordur, top patlamıyordur, çok feci bir durumdur anlayacağınız. Bu yüzden de geçen saniyeler size daha da bir anlamlı gelir. Her saniye karnınızın doyması için geçen bir zaman birimidir. İşte böyle bir şey...
Zaman görecelidir. Zamanınızın sizi yaşlandırmayacak kadar yavaş; ama unutamayacağınız anılarla yıllarca konuşabilecek kadar hızlı geçmesi dileğiyle. Okuduğunuz için teşekkürler.
1) Konferanslar, okullar kısacası birşeyler dinlemek zorunlu olduğunda: Yazının girişinde de belirttim. Dersleri dinlemek zor. Hele de ilginizi çekmeyen bir konu ise ders dinle dinle bitmez; aslında dinleyeme dinleyeme bitmez. Aynı durum gidilen eğitim, konferans ve seminerler için de geçerlidir. Genelde bu tür yerlerde konusunda uzmanlaşmış kişiler konuşma yapar ve işin kötüsü bize anlatılan konuya hakimmiş gibi davranırlar. Biz de anlatılanları maalesef anlayamadığımızdan, işin ucunu bırakır ve başka şeylerle ilgilenmeye başlarız. Tavandaki noktaları saymak, acaba kaç kişi benim gibidir diye düşünmek, kalem çevirmek, resimde yeteneğimiz olduğunu keşfetmeye çalışmak, kafada bir şarkı söyleyip ritim tutmak gibi... Bence çoğu müzisyen ve sanatçı sırf bu durumlara katlanamadığı için yeteneklerini keşfetmişlerdir...
2) Azarlanırken: Kim azarlanmaktan hoşlanır ki? (Tabiki burada mazojistlerden bahsetmiyorum) Kimse azarlanmaktan hoşlanmadığına göre bir teori yapmak gerekirse "azarlanırken zaman geçmez". Eğer azarlanan bir çocuğa, şoföre vb. kişiye denk gelirseniz yüzüne dikkatlice bir bakın çoğu zaman "Bitse de gitsek tadında umursamaz bir tavır vardır", yani bir kulaktan giren diğer kulağa bile uğramadan çıkmaktadır. Bu yüzden lütfen azarlamayın zaman kaybı... (Kendim için bir şey istiyorsam...)
3) Sessizlik anında: İnsanların birbirini tanımadığı bir ortam düşünün. Mesela, iş görüşmesinin yapılacağı ortam. Bazı işler için çok fazla talep olabiliyor. Bu yüzden de birçok insan görüşme için bir salonda saatlerce bekleyebiliyor. Düşünün o ortamı birbirlerini elemeye çalışan insanların bulunduğu bir ortam. Gergin bir sessizlik ve üstüne üstlük de bekleyiş... Sizce bu zaman dilimi içerisinde dakikalar geçebilir mi? (Bu sorunun cevabını düşünürken sizin de ortamınızda bir sessizlik olduysa lütfen diğer maddeye geçiniz)
4) Sıra beklerken: "Nasıl yani?" demeyin. Size öyle bir sıra söyleyeceğim ki beni yüzde yüz haklı bulacaksınız. Saniyelerin hatta saliselerin en çok da geçmediği zaman "tuvalet" sırasıdır. Hem de çok zor durumdaysanız... Bence bu maddeye daha söylenecek söz yok...
6) Ramazan'da: Ramazan'dan derken iftar zamanlarından bahsediyorum. Eğer oruç tutuyorsanız, normalde çok hızlı geçecek bir gün aslında size bir aymış gibi gelir. Açsınızdır ve saat ilerlemiyordur, top patlamıyordur, çok feci bir durumdur anlayacağınız. Bu yüzden de geçen saniyeler size daha da bir anlamlı gelir. Her saniye karnınızın doyması için geçen bir zaman birimidir. İşte böyle bir şey...
Zaman görecelidir. Zamanınızın sizi yaşlandırmayacak kadar yavaş; ama unutamayacağınız anılarla yıllarca konuşabilecek kadar hızlı geçmesi dileğiyle. Okuduğunuz için teşekkürler.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)