Yaklaşık 2 yıldır belki de daha fazladır bir öğrenci olarak kendi başıma mütevazi öğrenci evimde yaşıyorum. Bu zamana kadar benim için evdeki en büyük eksiklikler; tost ekmeği, kaşar, makarna , çikolata ve izlemediğim DVD'ler olmuştu. Meğer öyle değilmiş. Bu bayramda acı gerçekler yüzüme bir tokat gibi vurdular. Bayramda ailem bana bir güzellik yaparak İstanbul'a geldiler. Benim memlekete gitmeme gerek kalmadı. Hâl böyle olunca onlar gelecek diye evi düzenleme girişimlerine girdim. Zaten sınav döneminden çıkmış bünyem evdeki bütün silgi tozlarını süpürdü, müsvette kağıtları geri dönüşüm kutularına attı, kendi çapında evi düzenledi. Evime gelen ailem birbir, bir müfettiş edası ile eksiklikleri bir kağıda yazmaya başladılar. Liste bir türlü bitemedi. 2 yıldır bu evde yaşamama rağmen meğer ne çok eksiğim varmış benim. Mesela ayakkabılık, kendi mütevazi dolabım bana yetiyordu halbuki, ya da banyodaki askılar meğer çok eksiklermiş yetmiyormuş derken, kendimi bir anda ev araç-gereçleri satan mağazalarda buldum. Evet sayın okuyucu 2 yıllık gözlemlerime bakarak evin arsız bir organizma olduğuna kesin kes kaanat getirdim. Bu teorim için belki bana Nobel Ödülü bile verirler. Karşınızda eksikleriyle bize hep sorun yaratan ama onlarsız da olamayacağını bildiğimiz evlerimiz:
1) Yiyecek ve içecekler: Öğrenci evimi ayrı tutarak söylüyorum. Normalde yaşadığım evde ben kendimi bildim bileli yiyecek ve içecek eksiği hiç bitmiyor! Bu sorun aslında evin arsızlığından değil, bu dönemlerde bir anda hayatımızın tam orta yerine hiç sormadan düşen tüketim çılgınlığından dolayı. Biz yedikçe eksikler de bitmeyecek arsızlık da sonsuza kadar devam edecektir...
2) Misafir eşyaları: Bu çok ilginç bir durumdur. Biz aslında evimizi sadece kendimiz için dizayn etmiyoruz bir de gelebilecek misafilerimiz için de dizayn ediyoruz. Mesela, artık bu devirde evinde yatağa dönüşen koltuğu yani çek-yatı olmayan insan yoktur. Çünkü, eğer misafir yatılı geldiyse nerede yatacaktır sorunu vardır ve bu da en güzel yatağa dönüşen koltuklarla bulunmuştur. Bunların dışında, misafir için havlu, nevresim gibi eşyaları da yedeklemek gerekmektedir ve bu eşyalarda hiçbir kusur bulunmamalıdır! Ayıp olmasındır! Kendimiz lekeli bir nevresimde yatabiliriz ama misafir asla yatmamalı! Bu yüzden evde kendi ihtiyacımızı karşılayacak eşyalar yetmiyormuş gibi bir de geleceği bile belli olmayan misafirler için hazırlık yapmak gerekmektedir bu da evi daha da arsız hale getirir. Haksızsam söyleyin.
3) Ev dekorasyonu: Ev dekorasyonu tam anlamıyla kişinin zevklerine bağlı olaraktan evin şekillenmesidir. Ev için dekorasyonun temel parçaları; biblolar, tablolar ve çerçevelerdir. Yani eskiden böyleydi; şimdi değişik değişik kutular eklendi, kağıt gibi lambalar eklendi vs. Bu gözlem beni bir noktaya götürdü. O nokta da alışveriş çılgınlığı! Evet, dekorasyona düşkün insanlar tam olmasa da genelde alışveriş bağımlılarıdır. Nerede bu tür eşyaların satıldıklarını görseler içeri dalarlar ve bütçelerine göre birşeyler alırlar. Maksat evin havası değişsindir; ama tehlikenin farkında değillerdir. Bazıları öyle bir abartılar ki durumu evi tepeleme bu gereksiz eşyalarla doldurup yaşam alanı bırakmazlar. Yani bu durumlara karşı dikkatli olmak lazım.
4) Tadilat: Tadilat; evin arsız olduğunu gösteren en büyük maddelerden biridir. Yaşadığınız evi bir düşünün; halıları süpürseniz, camlar pistir, camları silseniz, ocak pistir evin temizliği hiç bitmez. Oldu ki misafir gelecek diye bir anda evin herşeyini düzenli ve temiz hale getirdiniz. Bu sefer duvarlar gözünüze batmaya başlar. Bir organizma olan ev duvarların pisliğinden yakınarak gözünüze gözünüze lekelerini gösterir. Siz de hemen bu oyuna kanıp evin tadilatını yaptırmaya karar verirsiniz ve bu uzun sürece girersiniz. Evin tadilati hiç bitmez benden size söylemesi.
Yukarıda da belirttiğim gibi ev de sizin, benim gibi bir organizmadır aslında; ama hiç derdi bitmeyen bir bebek gibi bir organizmadır. Hiç büyümez; ama hep bakmanız gerekir. Bakmaktan vazgeçerseniz taşınırsınız olur biter. Evinizin bütün eksikliklerinin tam olması dileğiyle... Geçmiş bayramınız kutlu olsun.
Çok zor bir şey istemiyorum senden. Sadece gülümse. Yapacağın şey Newton'un bulduğu yerçekimi kuvvetini unutup dudak kıvrımlarını yukarı doğru kaldırmak :) emin ol zor değil :)
19 Kasım 2010 Cuma
7 Kasım 2010 Pazar
HIH!
HIH; Sanal hayata kendilerini kaptırmışlar için bir ünlemdir. Kelimelerle açıklamam gerekirse bu hıh ünlemi, bazen şakaya vurarak bazen de gerçekçi anlamdaki alınma halidir. Aslında bu ünlem anlatılmaz yaşanır... Bu gün anlatacağım konu yaklaşık son 10 yıldır hayatımızda olan bir cümle öbeği hakkında: "Trip atmak" Gençlerin arasında olan son zamanların moda eylemi. Trip kelimesi benim hayatıma Athena Grubu'nun bir şarkı sözüyle girdi."Pam pam trip yapma yapma, trip yapmasana bana." Girmesiyle birlikte de çıkmadı. Şimdilerde ise insanlar birbirlerine trip atmakla meşguller... Maddelerle trip:
1) Türk icadı: Evet, sayın okuyucu yoğurttan sonra bir icat daha yaptık. Kendisine "trip" diyoruz. Nereden böyle bir kanıya vardığımı hemen anlatayım size, İngilizce-Türkçe sözlüklerinde baktığınızda böyle bir kelime yok.Bu icat henüz Türkiye genelinde olsa da yavaş yavaş dünyaya yayılacak biliyorum!
Trip kelimesi "atmak" eylemi ile birleştiğinde trip atmak adında yepyeni bir fiil oluşuyor. Günlük hayatta çok kullandığımız bu fiili Türk Dil Kurumu'nun internet sitesinde aratmama rağmen bir sonuçla karşılaşamadım. Yani Türk Dil Kurumu'na göre böyle bir eylem yok. Bana göre bu eylem bir deyim olmalı ve deyimler sözlüğünün son baskında yer almalı! Bu durumu düşünmemle birlikte "Trip atmak" deyiminin karşısına gelecek anlamı da çok merak ediyorum.
2) "Nazım ne kadar geçiyor acaba?" düşüncesi: Bu durumu, bir mühendislik öğrencisi olarak tamamen fizik bilimi ile anlatabilirim. Hemen başlayayım. Bildiğiniz gibi ürünler üretilirken belli bir tolerans aralığına göre üretilirler. Mesela 18 cm uzunluğunda bir çubuk üretmek istiyoruz; eğer bu çubuğun toleransı 2 cm ise, çubuğu 20-16 cm aralığında üretmek sorun olmaz. Arkadaşlıklar da böyledir. Bazı arkadaşlara naz daha çok geçer ve bu arkadaşların genelde toleransı yüksektir. Demem o ki ne kadar yakın arkadaş oluranız, toleransınız o kadar büyük olabilir. Bu da nazın arkadaşa geçmesi ile doğru orantılıdır. Kısacası anlatmak istediğim yakın arkadaşa nazınız çok geçiyor olabilir; ama bu konuda dikkatli olun çünkü bazen karşı taraf isyana gelebilir...
3) İlgi çekmek isteyenler için: Trip atan insan somurtan insandır. Eğer bir ortamda biri gereksiz yere somurtuyorsa uzaklaşın... Trip atıyor demektir ve sizin keyfiniz de saniyeler içinde kaçacaktır. Bu tipler genelde canı sıkılmış ve ilgi çekmek isteyen tiplerdir. İlgi üstlerinde olunca mutlu olurlar. Bir kaç dakika daha somurttuktan sonra ilgi ihtiyacını karşıladıktan sonra gülümsemeye başlarlar. Eğer ilk başta uzaklaşmak istemiyorsanız bu trip atma eylemini püskürtmek amacıyla siz de somurtun. Bütün gününüz rezil olabilir; ama yalnız olmazsınız... Karar sizin; ama bence böyle somurtuk geçen bir günden sonra arkadaşınızla ilişkinizi bir irdeleyin...
Yukarıda da belirttiğim gibi trip atmak bir Türk icadıdır ve anlatılmaz yaşanır bir ifadedir. Hayatınızda trip atanların minimum, hep gülümseyenlerin maksimum olması dileğiyle...
1) Türk icadı: Evet, sayın okuyucu yoğurttan sonra bir icat daha yaptık. Kendisine "trip" diyoruz. Nereden böyle bir kanıya vardığımı hemen anlatayım size, İngilizce-Türkçe sözlüklerinde baktığınızda böyle bir kelime yok.Bu icat henüz Türkiye genelinde olsa da yavaş yavaş dünyaya yayılacak biliyorum!
Trip kelimesi "atmak" eylemi ile birleştiğinde trip atmak adında yepyeni bir fiil oluşuyor. Günlük hayatta çok kullandığımız bu fiili Türk Dil Kurumu'nun internet sitesinde aratmama rağmen bir sonuçla karşılaşamadım. Yani Türk Dil Kurumu'na göre böyle bir eylem yok. Bana göre bu eylem bir deyim olmalı ve deyimler sözlüğünün son baskında yer almalı! Bu durumu düşünmemle birlikte "Trip atmak" deyiminin karşısına gelecek anlamı da çok merak ediyorum.
2) "Nazım ne kadar geçiyor acaba?" düşüncesi: Bu durumu, bir mühendislik öğrencisi olarak tamamen fizik bilimi ile anlatabilirim. Hemen başlayayım. Bildiğiniz gibi ürünler üretilirken belli bir tolerans aralığına göre üretilirler. Mesela 18 cm uzunluğunda bir çubuk üretmek istiyoruz; eğer bu çubuğun toleransı 2 cm ise, çubuğu 20-16 cm aralığında üretmek sorun olmaz. Arkadaşlıklar da böyledir. Bazı arkadaşlara naz daha çok geçer ve bu arkadaşların genelde toleransı yüksektir. Demem o ki ne kadar yakın arkadaş oluranız, toleransınız o kadar büyük olabilir. Bu da nazın arkadaşa geçmesi ile doğru orantılıdır. Kısacası anlatmak istediğim yakın arkadaşa nazınız çok geçiyor olabilir; ama bu konuda dikkatli olun çünkü bazen karşı taraf isyana gelebilir...
3) İlgi çekmek isteyenler için: Trip atan insan somurtan insandır. Eğer bir ortamda biri gereksiz yere somurtuyorsa uzaklaşın... Trip atıyor demektir ve sizin keyfiniz de saniyeler içinde kaçacaktır. Bu tipler genelde canı sıkılmış ve ilgi çekmek isteyen tiplerdir. İlgi üstlerinde olunca mutlu olurlar. Bir kaç dakika daha somurttuktan sonra ilgi ihtiyacını karşıladıktan sonra gülümsemeye başlarlar. Eğer ilk başta uzaklaşmak istemiyorsanız bu trip atma eylemini püskürtmek amacıyla siz de somurtun. Bütün gününüz rezil olabilir; ama yalnız olmazsınız... Karar sizin; ama bence böyle somurtuk geçen bir günden sonra arkadaşınızla ilişkinizi bir irdeleyin...
Yukarıda da belirttiğim gibi trip atmak bir Türk icadıdır ve anlatılmaz yaşanır bir ifadedir. Hayatınızda trip atanların minimum, hep gülümseyenlerin maksimum olması dileğiyle...
2 Kasım 2010 Salı
Bana dokunmayan mikrop bin yaşasın!
Biliyorsunuz bu aralar havalar bir garip. En azından İstanbul'da öyle. Bir hafta boyunca her gün yağmur yağmasına hatta ara ara yağmurun sulu kara dönüşmesiyle hepimiz dedik artık kış geldi çattı. Bu kadar soğuk havanın ardından tam kazaklarımızı, paltolarımızı ve botlarımızı çıkarmışken hava bir anda yaz mevsimindeki gibi olmaya başladı. Bu zaman diliminde de insanlar hasta olmaya başladılar. Demem o ki işte geldi hastalık mevsimi! Bu mevsim insanların kişiliklerini analiz etmek için bulunmaz bir kaftan gibi düşünülebilir. Neden mi? Hemen açıklayayım. Bir insanın mızmız mı, nazlı mı yoksa vurdumduymaz mı olduğunu hastayken anlayabilirsiniz. Benden size garanti. İşte karşınızda maddelerle hastalanan insan manzaraları:
1) Hastalık hastası olanlar: Bu tipler genellikle havadaki bütün mikropları solurlar aslında solurmuş gibi davranırlar. Titizdirler. Erkek olanları bile yanlarında çanta taşırlar; çantalarında mendil, ıslak mendil ve yeni çıkan dezenfektan ürünlerini eksik etmezler. Ola ki, bu araçlardan birini unuttular, kendilerini eksik hissederler, güvenliklerinden kuşku duyarlar. Hayatlarındaki en kabus dönemler salgın dönemleridir. Öyle ki işi abartırlarsa 2-3 aylığına salgın olmayan bir yere göç edebilirler. Bu salgın dönemlerinde hasta olmasalar bile tedbir amaçlı türlü türlü vitaminler, sıkma meyve suları alırlar. Her yıl düzenli olarak doktor kontrollerinden geçerler ve genelde tahlil sonuçları üst ve alt sınır arasında olurlar; ama onlar bu sonuçla bile yetinmezler. En iyi sonuç gelene kadar ilaç almaya devam ederler. Yani bu insanlar hastalık hastalarıdır ve bir nevi ilaç bağımlısı olarak eczacı dostlarıdırlar. Sezonu başladığı an grip aşısını ilk vurulan insanlardandır. Bu tipler için aşı olmak acı veren bir şey değildir, aksine aşı olduklarından dolayı hastalıklara karşı dirençleri artacağından bu olaydan zevk bile alırlar. Sağlıklıdırlar özellikle salgın dönemleri kendilerini güvenleri tavan yapar. Tek kusurları vardır: " Sakınılan göze çöp batar" sözünü unuturlar...
2) Meydan okuyanlar: Bu tipler hastalık hastası olanların tam zıttıdır. Adları üstünde tam anlamıyla hastalıklara karşı meydan okuyanlardır. Felsefeleri: "Bana birşey olmaz" üzerine kurulmuştur. Kendilerine; aslında bünyelerine güvenleri tamdır. Hastalıkların insanın kafasında bittiğini söylediklerinden neredeyse hiç ilaç kullanmazlar. Öyle ki işi abartıp doktor mesleğinin çok gereksiz olduğunu bile söyleyebilirler. Eğer bu tipler yöneticilerse hastalık mazeretlerini hiç umursamazlar, öğretmenlerse öğrenci tarafından getirilen hastalık raporunu dikkate almazlar. Onlara göre mikrop küçüktür ve işlerini engellememelidir. Bu yüzden bu tipte tanıdığınız insanlar varsa hastalık konusunda daha dikkatli olun, bol vitamin alın...
3) Ortalığı yaygaraya verenler: Bu insanlar benim gözümde "ilgi çekmek" isteyenlerdir ve hasta olduklarında çekilmez olurlar. Küçücük bir burun akıntısı sızlanmaları için yeterli ve büyük bir sebeptir. İlk başlarda ilgi çekmek için telefon açarlar, konuşma esnasında durmadan burun çekerler, öksürürler. Karşı tarafın vicdanına göre olaylar gelişir. Eğer karşı taraf çok vicdanlı ise olaya ilk başlarda çorba getirmekle başlarlar. Hastayı yormamak için ellerinden geleni yaparlar; ama bu ortalığı yaygaraya veren tip olayı abartırsa olay çirkinleşir ve arkadaşlıklar bile kaybolabilir. Bence hastalıklar bazen kişilik testi olabiliyor... Bu tiplere karşı dikkatli olunuz öyle çok da alttan almayınız...
4) Psikolojisi bozulanlar: Bu tipler küçücük bir mikropun kendi bünyelerine bu kadar zarar verdiğini içten içe sindiremezler ve sırf bu nedenden dolayı psikolojileri bozulur. Çünkü normalde egoları çok büyüktür ve tek hücreli nereden geldiği belli olmayan bir canlı o insanı yataklara düşürmüştür. Bence bu tiplerin soğuk algınlığı ilacından önce depresyon için hafif ilaçlar alması gerekmektedir.
Bu liste böyle uzar gider. Benden size tavsiye en güzeli vitaminli yiyecekler yemek... Sağlıklı bir kış geçirmeniz dileğiyle...
1) Hastalık hastası olanlar: Bu tipler genellikle havadaki bütün mikropları solurlar aslında solurmuş gibi davranırlar. Titizdirler. Erkek olanları bile yanlarında çanta taşırlar; çantalarında mendil, ıslak mendil ve yeni çıkan dezenfektan ürünlerini eksik etmezler. Ola ki, bu araçlardan birini unuttular, kendilerini eksik hissederler, güvenliklerinden kuşku duyarlar. Hayatlarındaki en kabus dönemler salgın dönemleridir. Öyle ki işi abartırlarsa 2-3 aylığına salgın olmayan bir yere göç edebilirler. Bu salgın dönemlerinde hasta olmasalar bile tedbir amaçlı türlü türlü vitaminler, sıkma meyve suları alırlar. Her yıl düzenli olarak doktor kontrollerinden geçerler ve genelde tahlil sonuçları üst ve alt sınır arasında olurlar; ama onlar bu sonuçla bile yetinmezler. En iyi sonuç gelene kadar ilaç almaya devam ederler. Yani bu insanlar hastalık hastalarıdır ve bir nevi ilaç bağımlısı olarak eczacı dostlarıdırlar. Sezonu başladığı an grip aşısını ilk vurulan insanlardandır. Bu tipler için aşı olmak acı veren bir şey değildir, aksine aşı olduklarından dolayı hastalıklara karşı dirençleri artacağından bu olaydan zevk bile alırlar. Sağlıklıdırlar özellikle salgın dönemleri kendilerini güvenleri tavan yapar. Tek kusurları vardır: " Sakınılan göze çöp batar" sözünü unuturlar...
2) Meydan okuyanlar: Bu tipler hastalık hastası olanların tam zıttıdır. Adları üstünde tam anlamıyla hastalıklara karşı meydan okuyanlardır. Felsefeleri: "Bana birşey olmaz" üzerine kurulmuştur. Kendilerine; aslında bünyelerine güvenleri tamdır. Hastalıkların insanın kafasında bittiğini söylediklerinden neredeyse hiç ilaç kullanmazlar. Öyle ki işi abartıp doktor mesleğinin çok gereksiz olduğunu bile söyleyebilirler. Eğer bu tipler yöneticilerse hastalık mazeretlerini hiç umursamazlar, öğretmenlerse öğrenci tarafından getirilen hastalık raporunu dikkate almazlar. Onlara göre mikrop küçüktür ve işlerini engellememelidir. Bu yüzden bu tipte tanıdığınız insanlar varsa hastalık konusunda daha dikkatli olun, bol vitamin alın...
3) Ortalığı yaygaraya verenler: Bu insanlar benim gözümde "ilgi çekmek" isteyenlerdir ve hasta olduklarında çekilmez olurlar. Küçücük bir burun akıntısı sızlanmaları için yeterli ve büyük bir sebeptir. İlk başlarda ilgi çekmek için telefon açarlar, konuşma esnasında durmadan burun çekerler, öksürürler. Karşı tarafın vicdanına göre olaylar gelişir. Eğer karşı taraf çok vicdanlı ise olaya ilk başlarda çorba getirmekle başlarlar. Hastayı yormamak için ellerinden geleni yaparlar; ama bu ortalığı yaygaraya veren tip olayı abartırsa olay çirkinleşir ve arkadaşlıklar bile kaybolabilir. Bence hastalıklar bazen kişilik testi olabiliyor... Bu tiplere karşı dikkatli olunuz öyle çok da alttan almayınız...
4) Psikolojisi bozulanlar: Bu tipler küçücük bir mikropun kendi bünyelerine bu kadar zarar verdiğini içten içe sindiremezler ve sırf bu nedenden dolayı psikolojileri bozulur. Çünkü normalde egoları çok büyüktür ve tek hücreli nereden geldiği belli olmayan bir canlı o insanı yataklara düşürmüştür. Bence bu tiplerin soğuk algınlığı ilacından önce depresyon için hafif ilaçlar alması gerekmektedir.
Bu liste böyle uzar gider. Benden size tavsiye en güzeli vitaminli yiyecekler yemek... Sağlıklı bir kış geçirmeniz dileğiyle...
Etiketler:
grip,
hastalık,
hastalık hastası,
mikrop,
nezle
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)