29 Mayıs 2011 Pazar

İtiraf Ediyorum Ben Bir İnternet Bağımlısıyım!

İTİRAF EDİYORUM BEN BİR İNTERNET BAĞIMLISIYIM!
Nereden mi anladım? Lafı fazla uzatmadan anlatayım. Bildiğiniz gibi internette her geçen gün yeni gelişmeler oluyor, yeni web siteleri açılıyor ve bazıları da çok tutuluyor. Bu çok tutulan web sitelerine de “sosyal medya” deniyor. Sosyal medya sitelerini bilmemek imkansız hemen birkaç tanesini yazayım; Facebook, Twitter,Google vb. Bu sitelere günde belki de milyarlarca insan giriyor. Yani artık internetin çok büyük bir kısmı sosyal medyanın hakimiyetinde. İnternet bağımlısı demek benim gözümde bir nevi  sosyal medya bağımlısı demek. İnternet bağımlısı olup olmadığınızı yapılan testlerle anlayabilirsiniz. Ben oradan anladım ve şok içinde kaldım. Testlerin içinde bulunan birkaç soruyu sizinle paylaşayım:
1)      Önceden kararlaştırdığınızdan daha uzun süre internette kalıyor musunuz?
2)      Hayatınızdaki diğer kişiler, internete ayırdığınız zamanın fazlalığından şikayet ediyor mu?
3)      İnternete fazla zaman ayırmanızdan dolayı notlarınız ya da okul ödevleriniz aksıyor mu?
4)      Gerekli olan bazı şeyleri yapmadan önce ilk iş olarak e-mail'lere bakıyor musunuz?
5)      İnternet nedeniyle gece geç saatlere kadar oturup uykusuz kalıyor musunuz?(1)
Bu sorulardan en az birine bile evet,kesinlikle diyorsanız başkasını kandırabiliyor olabilirsiniz; ama kendinizi kandırmayın. Üzgünüm ama siz de benim gibi bir internet bağımlısısınız. Şimdi gelelim bu bağımlılığın nasıl bir bağımlılık olduğuna.  Yapılan araştırmalara göre internet bağımlılığı; bilgisayar başından kalkınca internetin eksikliğini hissetmek, titreme, terleme gibi belirtilerle kendini gösteriyor. İnterne bağımlılığı en az madde bağımlılığı kadar tehlikeli(2).  İnternet bağımlılığı bazı yerlere göre madde bağımlılığı gibi bir hastalık olarak görülmeye başlanmış. Hatta bu bağımlılıktan kurtulmak için hastane bile açmışlar. Bu hastahanelerden biri de Türkiye’deki Balıklı Rum Hastanesi.  Balıklı Rum Hastanesi Anatolia Şefi Prof. Dr. Mansur Beyazyürek son yıllarda polikliniğe gelen hastalarda farklılık gözlemlediklerini ve bu nedenle de internet bağımlılığı kliniğini açtıklarını söylüyor. Beyazyürek; karı-koca arasında daha önce “kocam bana bağırdı, beni dövdü, karımın dırdırından yıldım” gibi şikayetlerlerle gelirken bu şikayetlerin “kocam işten geliyor, yemek yemeden doğrudan internetin başına geçiyor” olmaya başladığını söylüyor.  Bu örnek Türkiye’de internet bağımlılığının ne kadar yaygın ve önemli olduğunu gösteriyor(3). İnternet bağımlılığının etkisi sadece bunlar da değil. İnternetin yaygınlaşmaya başlamasıyla sadece internetle alakalı değişik hastalıklar çıktı. Bunlardan bazıları :
1)      ego sörfü: internette sürekli kendi ismini ve tanınıp tanınmadığını kontrol etmek.
2)      blog teşhiri: herkesin iyiliği için gizli kalması gereken sırları ve özel bilgileri internette ifşa etmek.
3)       crackberry: modern dünya yöneticisinin laneti. bir cenazede bile kendini, blackberry'yi (telefon etmek, e-posta ve internette sörf için kullanılan popüler elektronik alet) kontrol etmekten alamamak.
4)       google takibi: eski arkadaşlar, iş arkadaşları ve eski sevgililer hakkında google'da casusluk.
5)      fotoğraf araştırma: internette, daha önce hiç tanışmadığınız birinin fotoğraf albümüne bakmak.
6)       wikipediolizm: online ansiklopedi wikipedia tiryakiliği. sitenin bağımlılığı test eden bölümü var.
7)       siberkondri: sağlık hakkında internette yoğun tarama yapıp araştırma sonucunda gereksiz endişeye kapılmak, hastalığını yanlış teşhis etmek."(4)
Okuduğunuz gibi internet bağımlılığı da diğer bağımlılıklar gibi hastalık olarak görülmektedir; hatta ülkemizde bile bu bağımlılıkiçin özel bir hastane bile bulunmaktadır. Yukarıda anlattım, birçok dergi ve gazeteden kaynaklar gösterdim. Birçoğunu onayladınız mı? Etrafınızda böyle insanlar var mı? Yoksa siz kendi adınıza mı onayladınız? Şimdi size soruyorum tehlikenin farkında mısınız?

Kaynaklar

22 Mayıs 2011 Pazar

OOOOOOO Oley Oley Oley!

Bu gece Türkiye’deki erkek nüfusunun tahminimce %90’ı için hayat durmuştur. Çünkü bu gece Süper Lig için kim şampiyon olacak sorusunun cevabı verildi. Bir kısım insan mutlu olurken bir kısmı da mutsuz bir biçimde kaldılar. Benim için ne mi değişti? Bu taraftarlar sayesinde yazı arşivime bir yazı daha sıkıştırabildim. Kaç haftadır bir telaş vardı. Maç geceleri çoğu insan televizyon başına kilitleniyor ve dünya ile bağlantısı kesiliyordu.  Ben de bu insanları bir süreliğine inceleme fırsatı buldum. Bakalım siz de benimle aynı fikirde mi olacaksınız. Benim gözümden maddelerle futbol taraftarları:
1)      Yalancıdırlar: Çok ağır bir ithamda bulunduğumu düşünüyorsunuzdur; ama neden böyle söylediğimi anlatınca eminim bana hak vereceksiniz. Futbolla ilgili az çok bilgim vardır; yani bana “Ofsayt ne?” diye sorsanız, oturup size ayrıntılarıyla anlatabilecek kapasiteye sahibim. Neyse kendimden çok bahsetmeyeyim. Gelelim konumuza, koyu bir Galatasaray taraftarı olarak ben de bu yıl birçok Galatasaray’lı gibi takımıma küstüm. Futbolla ilişkimi kestim. Bu da beni fena bir biçimde yalancı durumuna düşürdü. Hayatımda deplasman olsun, Ali Sami Yen’deki maçlar olsun üşenmeyip maça gidip, Galatasaray’a destek veren ben ve “Yensen Yenilsen Kalbim Hep Senle!” diyen ben, bu yıl takımımın bırakın maçına gitmeyi bırakın bir maçını bile izlemedim. Yani neymiş, kalbim yenince takımımla oluyormuş, yenilince takımımı çok da sıkı tutmuyormuşum. Bu sadece benim için değil taraftarların çok büyük bir kısmı için geçerli. Bu yüzden taraftarlara sesleniyorum: Arkasında duracağınız tezahüratlar yapın!!! Büyük lokma yiyin büyük tezahürat yapmayın!!!

2)      Amaçları dışında hareket ederler: Maç benim gözümde 3 şekilde izlenir: Birincisi evinde kendi televizyonun karşısında çıntı çerezini alıp içen varsa bira ile, ikincisi bir grup arkadaşla kahve ya da yemek yeme yerlerinde, üçüncüsü ise tahmin ettiğiniz gibi futbol oynanan sahada! Eminim bu yazıyı okuyan taraftarların çok büyük bir kısmı bu üç durumu da yaşamıştır. Şimdi bu insanlardan dürüstçe kendilerini sormalarını istiyorum, eğer böyle tanıdığınız varsa onlara da sorun “Maçı sahada izlediğinde aslında ne kadarını izledin?” Gelen cevap çok azını izledim olacaktır eminim ki. Hatta gol varsa maçta; maça gidip o golü görmeden eve gelen bile olmuş olabilir. Durum o kadar vahim yani. Maça giden taraftarlar “12.adam” rolüne kendilerini o kadar kaptırırlar ki maçı izlemeyi bırakıp kendi aralarında bir tezahürat senkronizasyonu yapmaya çalışırlar. Sonuç, yarım yamalak izlenmiş maç, ağrıyan boğazlar ve maç çıkışında yaşanan trafik sıkışıklığı karşısında sinir bozukluğu. Şimdi soruyorum size: Siz maça ne amaçla gitmiştiniz ne ile döndünüz? Yani amacınıza ulaştınız mı?


3)      Batıl inançları vardır: Kendileri en sevdiğim taraftar tiplerindendir. Bu insanlar belli totemleri vardır. Mesela bir maçı izlerken bir forma giydi ve takım o maçta yenildi diyelim. O forma bir daha maç izlerken giyilmez! O forma artık o kişi için bitmiştir belki bir ihtimal pijama olarak hayatına devam eder. Ya da taraftar kişisi çok kritik bir maçı normalde izlemediğiniz bir yerde arkadaşlarıyla izledi ve maçı aldılar. Artık bütün kritik maçlar o yerde aynı insanlarla aynı şekilde izlenir. Kaçarı yoktur. Yani es kaza böyle bir durumla karşı karşıya kaldınız ve maç izlemekten hiç haz etmiyorsanız yandınız! Benden size taraftar tavsiyesi, kritik maçlarda hiçbir taraftar arkadaşınızla takılmayın. Yense de yenilse de siz zararlı çıkarsınız.
Bu maddelere en az 10 tane daha eklenebilir, yukarıdakiler en genel olanları ve örnekleri çoğaltılabilir. Elinizi vicdanınıza koyun ve sorumu cevaplayın:”Yazdıklarım sizce de doğru değil mi?”


10 Mayıs 2011 Salı

Bedenin Dili Olsa da Konuşsa...

Son zamanlarda algıda seçicilik mi yoksa tesadüf mü bilemiyorum; ama her gittiğim eğitimde, seminerde beden dili konusuna mutlaka değiniliyor. Öyle ki artık bu konuda uzmanlaşmaya karar verdim ve Ahmet Şerif İzgören’in kitaplarından biri olan “Dikkat Vücudunuz Konuşuyor” kitabını okumaya başladım.  Meğer bizim bedenimiz neler demek istiyormuş da biz cahilliğimize anlamıyormuşuz. Araştırmalara göre karşımızdaki kişiyi söylediğimiz sözlerin %7’si, ses tonumuz %38’i ve beden dilimizin %55’i etkiliyormuş. Hâl böyle olunca kendi çapımda konuşmaktan çok bede dilime önem göstermeye başladım. Anladım ki insan bir şeyler bilince baya baya şüpheci olmaya başlıyormuş sayın okuyucu. Artık insanların yaptığı her harekette bir mana bulmaya çalışırken ne anlattıklarını dinlemiyorum. Şimdi bir bakın bakalım benim gözümden maddelerle beden diline:

1)El sıkışmak:  El sıkışmanın inceliğini öğrendikten sonra tanıdık tanımadık bulduğum her fırsatta insanların ellerini sıkmaya başladım. Maksat saniyesinde kişilik analizi yapmak. Ne kadar işe yarıyor gelecek gösterecek artık. El sıkışanları kendi aralarında gruplamak gerekirse; birinci olarak “bezgin Bekir” diye tabir ettiğimiz hayattan bezmiş insanların el sıkışma taktiğiyle başlamak gerekir. Bu insanlar sizin elinizi sıktığı an ölecekmiş gibi davranır, hatta el bile sıkmaz sadece elini sizin avucunuza dokundurur. İşte bu insanlar benim gözümde “üşengeç” insanlardır. Bu insanlar el sıkmaya bile üşenirler. İkinci olarak elini yukarıdan getirerek sadece parmak uçlarını avucunuza yaklaştıranlar vardır. Bu insanlar da size tam anlamıyla hastalıklı muamelesi yaparlar. Bulaşıcı bir hastalığınız varmış da o kişi size ne kadar az dokunursa o kadar iyiymiş gibi görünürler. Halbuki bilmezler ki o dokunuşta bile hastalık bulaşabilir. Bu insanlar da benim gözümde (yanlış anlaşılma olmasın) tam olarak “ukala dümbeleği” denilen sıfattırlar. Bu insanlarla iş yapmamanızı tavsiye ederim çünkü her zaman kendilerini sizden üstün görürler. Üçüncü türdekiler ise elinizi hatta mümkünse kolunuzu sizden isteyenlerdir. Bu insanlar elinizi öyle bir tutarlar ki (genel hareketleri aynı anda kol sallamaktır da) “al eve götür” lazım galiba demek gelir içinizden. Yani demem o ki bu insanlar tuttuğunu koparırlar. Bu insanlara bulaşıp bulaşmamak size kalmış…


 2)  Gözler kalbin aynasıdır: Aldığım eğitimlerde göz bebeklerinin önemini öğrendim. Yine ukalalık yaparak yazıyorum.  Araştırmalara göre insanın kontrol edemediği en önemli hareketlerden biri göz bebeklerinin hareketleriymiş. Yani şair doğru söylemiş sayın okuyucu! Gözlerin kalbin aynasıdır! İnsan heyecanlı olduğunda gözbebekleri büyürmüş mesela ya da karşısındaki kişiden hoşlanıyorsa. Yalan söylediğinde sanılanın aksine karşı taraf iyi bir yalancıysa uzun uzun göz kontağı kurulurmuş. Bir de ilginç bir bilgi vereyim size; eğer bir insan düşünürken başka tarafa (genelde tavana) bakmıyorsa anlayın ki diyeceklerini önceden düşünmüştür ve ezberden okuyordur. Dikkat edin bana hak vereceksiniz…

3)  Nasıl oturmalı? : Yine yapılan araştırmalara göre (bilim adamlarının artık başka işi kalmadığını düşünüyorum) insanların oturuşu ve özellikle de bacak bacak üstüne atma şekli kişiliğini ve karşı tarafa karşı ne hissettiğini gösterebiliyormuş. Yani sayın okuyucu benim karşımda otururken dikkat etmelisin. Eğer parmak uçların bana dönükse bilirim ki beni düşmanın olarak görüyorsun ya da ayakların kapıya dönükse bilirim ki sıkıldın benden kalkmak istiyorsun. Bu yüzden dikkatli olun otururken…

Diyeceğim o ki beden dili bilimi (bilim mi bilmiyorum) tam bir muamma. Yukarıda yazdıklarımın çoğu benim edindiğim bilgilerle kişisel görüşlerimdir. Çok da ciddiye alınmamasını şiddetle tavsiye ederken, içinizin dışınızın bir olmasını öneririm. Karşınızda beden dili bilen varsa en azından yalancı duruma düşmezsiniz. Her zaman söylediklerinizle beden dilinizin uyması dileğiyle…