Geçtiğimiz gece bir topluluğun akşam yemeğine gittim. Salon sadece bizim için ayrılmıştı ve ben hariç hemen hemen herkes birbirini tanıyordu. Yani insanlar rahattı. Yemek masasına oturdum ve zamanın geçmesini yani eve gitme saatinin gelmesini masum masum beklemeye başladım. Ta ki canlı müzik başlayana kadar... Canlı müzik geceyi resmen ikiye bölmüştü; müzikten öncesi ve müzikten sonrası olmak üzere. Konuklar çorbalarını yeni içmişlerdi; herhalde kalkıp oynamazlar diye kendi kendime düşünürken bir baktım ki salonun yarısı ayakta dans etmeye başlamış. İşte o zaman bana yazmak için bir konu çıkacağını anladım. Bu tür etkinliklerde dans etmeyi beceremeyen bir kişi olarak bana insanları gözlemlemem için epey bir vakit kaldı. Karşınızda maddelerle organize edilen topluluk yemeklerinden insan manzaraları; inanın çok tanıdık gelecek:
1) Müzisyenler: Bazıları grup halinde bazıları tek kişilik dev kadro(!) halinde bulunurlar. Bu tek kişilik dev kadrolar hakkında konuşmak istiyorum. Bu insanların genelde sahnedeki sistemi şu şekildedir: Bir org, bir sandalye bir de rahatlıkla şarkı söyleyebileceği mikrofon, tabiki bir de ses sistemi. Org elektronik bir alet olduğu için içinde çeşitli ritmler yüklenmiştir. Mesela davul sesi, flüt sesi gibi. Arkaya bu ritmleri veren tek kişilik dev kadro ellerini klavyenin üstünde biraz oynatır bir melodi tutturur bunun üzerine şarkı söylemeye başlar. Eğer şarkı uzun hava gibi oynak bir şarkı ise kapı gıcırdısına oynayan yurdum insanı hemen kalkar ve dansa başlar. İnsanların dansa kalkmasıyla gaza gelen şarkıcımız; sesi insanlar konuşamasın sadece dansa odaklansın diye maksimuma çıkarırlar. Bu arada da araya insanları gaza getirici sözler söylemeyi de unutmazlar: mesela "tempo, bravo" gibi kelimeler. Sesi o kadar yükseltirler ki bir süre sonra kimse melodiyi anlayamaz hale gelir. Bir de bazı tek kişilik dev kadrolar vardır ki modaya her zaman uyarlar. Mesela Kolbastı mı moda hemen bir araya kolbastı müziği sıkıştırırlar, "Apaçi" müziği mi moda hemen Apaçi müziği çalınır.
2) Dans edenler: En sevdiğim insan tiplerindendir. Çok neşelidirler. Yukarıda da tabir ettiğim gibi "kapı gıcırtısına" oynarlar. Özgüvenleri aşırı derece yerindedir çoğunu ve dans etmeyi bildiklerinden bu tür yemeklerde en sevdikleri bölüm canlı müziğin başlamasıyla birlikte sahneye atlayıp, oynamaya başlayıp insanların ilgisini çektikleri bölümdür. Bazıları kendilerine o kadar güvenirler ki "benim 10 parmağımda 10 marifet var" dercesine bir de şarkıcının mikrofonunu alırlar, şarkıyı söylemeye çalışırlar. Sesi güzelse konuklara sorun yok da ses iyi değilse o gece konuklara bir işkence gibi gelebilir.
Bu insanlar hemen hemen her dansı ilginç bir şekilde bilirler. Yani modaya göre "Apaçi" dansı da yaparlar "Kolbastı" da oynarlar "Halay" da çekerler, efeler gibi "Zeybek" de oynarlar. Yani ruh halleri saniyelik zaman aralıklarıyla değişebilir. 1 dakika önce arabesk şarkılar söyleyip dertleyen bir kişiyi, 1 dakika sonra sahnede horon teperken görebilirsiniz. İşte ben buna ortama uyum derim. Daha da birşey diyemem; ama eminim ki siz beni anladınız sayın okuyucular.
3) Dans etmeyenler ya da edemeyenler: Bu tipler bahsettiğim türdeki yemek organizasyonlarında bulunan tabiri caizse en "ezik" tiplerdir. Genelde utangaçtırlar ya da gerçekten dans etmeyi beceremezler. Utangaçlar için hayat biraz daha kolaydır. Yukarıda bahsettiğim dans eden tipler bu utangaçların yanına gelirler "haydi haydi oturmaya mı geldik?" sözleriyle gaza getirip ellerinden tutarak sahneye çekerler. Utangaçlar bir süre sonra sahneye alışırlar ve istedikleri gibi dans ederler. Asıl umutsuz vaka olanlar dans edemeyenlerdir. Onlar için hayat daha kesindir; çünkü onları ne kadar sahneye çekmek isteseniz de ikna edemezsiniz. Bu tipler kendi yeteneklerinin kapasitesini bildiklerinden "cool" yani karizmatik bir biçimde durmayı benimserler. Genelde de aşırı derece açık olan müziğin sesine tahammül edemeyip erkenden terk ederler mekanı ya da yakın bir yere gidip bir süre kafa dinlemek isterler. Yani bu tür gecelerde hayat bu tiplere zordur. Benden size tavsiye bu insanları rahat bırakın...
Bu konu hakkında o kadar çok deneyimim var ki... Yakında kitap çıkarırsam şaşırmayın. Şaka bir yana şimdi size soruyorum: Siz hiç bu olaylara benzer birşeyler yaşadınız mı?
Çok zor bir şey istemiyorum senden. Sadece gülümse. Yapacağın şey Newton'un bulduğu yerçekimi kuvvetini unutup dudak kıvrımlarını yukarı doğru kaldırmak :) emin ol zor değil :)
30 Ocak 2011 Pazar
24 Ocak 2011 Pazartesi
Ey dost!
Bir gün annemle konuşurken bir olay anlattı bana:
Hayatta başarıyı yakalamış birine sormuşlar: "Bu başarıyı nasıl elde ettiniz?"
Adam cevap vermiş: "Doğru kararları vererek"
Tekrar sormuşlar: "Doğru kararları nasıl verdiniz?"
Adam cevap vermiş: "Yanlış kararlar vererek..."
Bu yazıyı aslında yazmamam lazım; ama kendimi tutamadım...
Hayatta başarıyı yakalamış birine sormuşlar: "Bu başarıyı nasıl elde ettiniz?"
Adam cevap vermiş: "Doğru kararları vererek"
Tekrar sormuşlar: "Doğru kararları nasıl verdiniz?"
Adam cevap vermiş: "Yanlış kararlar vererek..."
Bu yazıyı aslında yazmamam lazım; ama kendimi tutamadım...
Benim hayatımdan bir sürü insan geldi geçti... Hala hayatımda olan insanlar var... Bazıları kötü günlerimde yanımda oldu bazılar iyi günlerimde; bazıları ise sadece selam verdi... Bazıları ise arkamdan konuştu... Yukarıdaki olay da böyle birşey etrafımızdaki doğru insanları ancak yanlış insanları bularak buluruz...
Dostluk... Şu anda yazdığım yazının konusu bir dostum hakkında... Diğer dostlarım alınmasın; ama herkes biliyor ki o benim için bir ilk... Bu yazım Şeyma Doğramacı için...
O kadar yazı yazdım zor sınavlarda yazdığım makaleler dahil. Hiç bu kadar tutulduğumu bilmiyorum... Seninle yaşadıklarımız hep gözümün önünden geçiyor... 17 yıllık bir dostluk... Dün senin değerini bir kez daha anladım...
Tanıştığımızda daha çok küçüktük. Kötülük, kıskançlık, kin bilmeyen iki kız... Belki de bizi birbirimize bu kadar bağlayan ikimizin de kişiliğinin hamurunu birbirimizin şekillendirmesi. İstediğimiz gibi... Birbirimizin içinden geçenleri biliyoruz... En güzeli de birbirimizin arkasından kötü bir biçimde konuşmak karşısında ölümcül bir hastalıkmış gibi davranmak ve o hastalık bize bulaşmamasını sağlamak...
Düşündüm, taşındım... Seninle dostluğumu ancak şöyle anlatabilirim. "........" bir boşluk; bu öyle bir boşluk ki bütün güzel şeyler içine girip yerleşiyor; ama kötü şeyler giremiyor, o boşlukta sadece güzel şeylere yer var. Geçen gün senin de bana yazdığın gibi sen olmasaydın hayatımda; hayatımın ortasında bir kara delik olurdu.
Bana hayatta "dostluk" diye bir kavram olduğunu her daim hatırlattığın için çok teşekkür ederim. İyi ki varsın, iyi ki dostumsun...
15 Ocak 2011 Cumartesi
Evcil Hayvan Beslemek İsteyenlere...
Bu aralar bana mı denk geliyor; yoksa algıda seçicilikten mi bilemeyeceğim; ama etrafta bolca evcil hayvan var. Sabahın erken saatlerinde kalkan insanlar köpeklerini gezdiriyorlar; ya da bir bakıyorum pencereden bana bakan bir kedi. Ya insanlar çok yalnız ya da Türkiye'den ekonomik kriz teğet geçti; çünkü evcil hayvan bakmak büyük bir maddi güç ister. Benim evcil hayvana bakma anlayışım; tasmalı bir köpek gördüğümde: "ayyy ne şirin" diyerekten bakmaktır. Şimdi evcil hayvan almak isteyip de henüz tam kararı vermeyenlere soruyorum: "Kendinize bakabiliyor musunuz?" Bu soruya "hayır" şeklinde cevap veriyorsanız; evcil hayvan yerine peluş oyuncak alın derim; evet diyorsanız yazının devamını daha dikkatli okumanızı tavsiye ederim... Karşınızda maddelerle insanlar ve evcil hayvanları:
1) Bağlanmak: Özellikle kedi ve köpek gibi sıcakkanlı olan evcil hayvanlara; sahipleri, ilginç bir biçimde; arkadaşlarından, eşlerinden, dostlarından daha fazla bağlanabilirler. Bu yüzden de bu hayvanların ölümleri sahiplerini çok ciddi bir biçimde etkiler. Kendimden örnek vermek gerekirse; muhabbet kuşum öldüğünde çok üzülmüştüm ve bir süre kendime gelememiştim. Bu yüzden düşündüm ve taşındım. Alınabilecek en mantıklı evcil hayvanın "kaplumbağa" olduğuna karar verdim. Çünkü, kendisi normal bir insandan çok daha uzun bir süre yaşayabiliyor. Avantajlarına devam etmek gerekirse; çok da ekonomik. Hergün bir yem at belki suyunu değiştir yaşasın gitsin. İyi bir dinleyicidir. Derdiniz olduğunda anlatabilirsiniz; hiç sıkılmaz sonuna kadar dinler sizi. Çok iyi sır saklar. Ben bu zamana kadar hiçbir kaplumbağanın; başkasının sırrını söylediğini ne duydum ne de gördüm. Hem temizliği de kolaydı bu hayvanların. Kendilerine bir kavanoz su verin arada da o suyu temizleyin yeter. O yüzden tavsiyem kağlumbağa alın. Hem iyi bir dost, hem de masrafsız bir yoldaş olur size.
2) Tatil: Tatile çıkarken bu evcil hayvan işi normalden biraz daha karmaşık hale gelebilir. Önde üç seçenek vardır: Komşulara bırakmak, tatile birlikte gitmek veya evcil hayvan otellerine bırakmak. Bu yüzyılda eskisi gibi komşuluk bilinci olmadığına göre genelde durum 2. seçeneğe kalıyor. Tatile birlikte gitmek. Bu başlı başına apayrı bir sorun. Uçakla gidilecek bir yerse; yola çıkmadan önce uçak şirketini durumdan haber etmek gerekir. Bu da ekstra bir masraftır. Bazen öyle bir durum olur ki evcil hayvan için bile bilet almanız gerekebilir. Bir şekilde başarılır ve tatil yöresine evcil hayvanla gidilir; orada da şöyle bir sorun vardır... Bazı yeme-içme mekanlarına evcil hayvan almıyorlardır. Bu da direkt olarak tatil mekanında 2. sınıf vatandaş olma durumu anlamına geliyor. Siz de evcil hayvanınıza karşı sadık bir dost (!) olduğunuz için; evcil hayvanınızı alır ve yemeği paket yaptırır otel odanıza ağır ama bir o kadar da emin adımlarla gidersiniz.
1) Bağlanmak: Özellikle kedi ve köpek gibi sıcakkanlı olan evcil hayvanlara; sahipleri, ilginç bir biçimde; arkadaşlarından, eşlerinden, dostlarından daha fazla bağlanabilirler. Bu yüzden de bu hayvanların ölümleri sahiplerini çok ciddi bir biçimde etkiler. Kendimden örnek vermek gerekirse; muhabbet kuşum öldüğünde çok üzülmüştüm ve bir süre kendime gelememiştim. Bu yüzden düşündüm ve taşındım. Alınabilecek en mantıklı evcil hayvanın "kaplumbağa" olduğuna karar verdim. Çünkü, kendisi normal bir insandan çok daha uzun bir süre yaşayabiliyor. Avantajlarına devam etmek gerekirse; çok da ekonomik. Hergün bir yem at belki suyunu değiştir yaşasın gitsin. İyi bir dinleyicidir. Derdiniz olduğunda anlatabilirsiniz; hiç sıkılmaz sonuna kadar dinler sizi. Çok iyi sır saklar. Ben bu zamana kadar hiçbir kaplumbağanın; başkasının sırrını söylediğini ne duydum ne de gördüm. Hem temizliği de kolaydı bu hayvanların. Kendilerine bir kavanoz su verin arada da o suyu temizleyin yeter. O yüzden tavsiyem kağlumbağa alın. Hem iyi bir dost, hem de masrafsız bir yoldaş olur size.
2) Tatil: Tatile çıkarken bu evcil hayvan işi normalden biraz daha karmaşık hale gelebilir. Önde üç seçenek vardır: Komşulara bırakmak, tatile birlikte gitmek veya evcil hayvan otellerine bırakmak. Bu yüzyılda eskisi gibi komşuluk bilinci olmadığına göre genelde durum 2. seçeneğe kalıyor. Tatile birlikte gitmek. Bu başlı başına apayrı bir sorun. Uçakla gidilecek bir yerse; yola çıkmadan önce uçak şirketini durumdan haber etmek gerekir. Bu da ekstra bir masraftır. Bazen öyle bir durum olur ki evcil hayvan için bile bilet almanız gerekebilir. Bir şekilde başarılır ve tatil yöresine evcil hayvanla gidilir; orada da şöyle bir sorun vardır... Bazı yeme-içme mekanlarına evcil hayvan almıyorlardır. Bu da direkt olarak tatil mekanında 2. sınıf vatandaş olma durumu anlamına geliyor. Siz de evcil hayvanınıza karşı sadık bir dost (!) olduğunuz için; evcil hayvanınızı alır ve yemeği paket yaptırır otel odanıza ağır ama bir o kadar da emin adımlarla gidersiniz.
3) Korkanlar-Huylananlar: Eğer apartmanda yaşanılıyorsa; kedi-köpek gibi 4 ayaklı ve sesi çıkan hayvanlar komşuları rahatsız edebilirler. Hele bir de komşu korkuyorsa... Bir kere köpeği dışarı çıkarmak için asansöre binmek gerekebilir; ya korkan komşu ile aynı anda asansöre binmek gerekirse... İşte o zaman başınız köpeğinizle birlikte dertte demektir. Çünkü korkan komşu durumu -doğal olaraktan- yönetime gidip sizi ve köpeğinizi şikayet edecektir. O zaman ya köpeği terk etmek durumunda kalırsınız ya da evinizi... Zor bir karar. Bunu iyice bir düşünün derim ben...
Bu tip bir sorun misafirler için de geçerlidir. Genelde çoğu insan tüylü hayvanlardan ya korkar ya da huylanır bir de bunların üstüne alerjileri varsa çok fena. Misafir gelir gelmez; köpek-kedi artık tüylü ne varsa küçük bir odaya kapatılır. Sonra yaklaşık yarım saat boyunca evcil hayvanlar üzerine konuşulur. Sonra da çaylar kahveler derken misafir gider. Siz ve evcil hayvanınız misafir gittikten sonra bir "ohhh" çeker. Şimdi arkadaşınız mı, yoksa evcil hayvanınız mı?
Bu kadar yazdım bu da yetmezmiş gibi bir de karikatür koydum. Eğer bu okuduklarınızı gülümseyerek onaylıyorsanız ve hala evcil hayvan almak istiyorsanız; siz gerçekten bir hayvanseversiniz. Son kez soruyorum evcil hayvan almak istediğinize emin misiniz?
2 Ocak 2011 Pazar
Sıfır Kilometre Bir Yıl...
2010 bitti, 2011 başladı. Seneye bu zamanlarda 2011 bitecek ve 2012 başlayacak...
1 ay boyunca insanların yeni yıla karşı nasıl hazırlandıklarını inceledim. Hediyeler almalar, çam ağaçları, süsler, yemek rezervasyonları, partiler, ne giyeceğim telaşı vs. vs. Bütün amaç 10'dan geriye doğru teker teker saymak ve "oleeeeyyyy yeni yıııl" diye bağırmak. Bu yeni yıl durumları bana o kadar ilginç geliyor ki... Kiminiz bu yazıma kızabilir; ama bir de benim açımdan düşünün bakalım. Benim gözümden yeni yıla giriş;
1) Yeni yıla nasıl girilirse bütün yıl öyle geçer: Yok öyle birşey inanmayın! Kim çıkardıysa sizi fena halde kandırmış sonra da şaka demeyi unutmuş. Çocukken ben de inanıyordum buna o yüzden de hep yeni yıla gülümseyerek mutlu bir biçimde (!) girmeye çalışıyordum. Bütün yıl mutlu oluyor muydum? Tabiki hayır. Yeni yıla mutlu girmek sınavdan 100 alacağınıza, maaşınıza %100 zam geleceği anlamına gelmiyor.Aksine genelde bu konularda hayal kırıklığına uğruyoruz. Bu gerçekle karşılaştıktan sonra kendi kendime düşündüm. Acaba hangi yeni yıl'a göre uyum sağlamalıyız. Belki de Avustralya'daki yeni yıla nasıl giriyorsak bütün yıl öyle geçiyordur. Nereden bilebiliriz ki? Belki Japonya'da yeni yıl kutlanırken uyuyoruz diyelim, bu bütün yıl boyunca uyuyacağımız anlamına mı geliyor? Bu mantıkla devam ederseniz yeni yıla nasıl gireceğinizin aslında önemi olmadığını görürsünüz.
2) Bir yerde eğleniyor olma zorunluluğu: Yeni yıla girmek demek; o gece eğlenmek zorundasın demekle hemen hemen aynı anlama geliyor. Yeni yılda evde oturanlara: "Ayyy çok banal, ne sıkıcısın!" denilerek mahalle baskısı yapılıyor. Evde huzurlu huzurlu oturmak varken bu insanlar da zorla dışarı çıkartılıyorlar. Sonra ne mi oluyor? Bir sürü masraf, bu da yetmezmiş gibi genelde parayla rezil olma. İçki içiliyorsa ertesi gün ciddi bir baş ağrısı, mide bulantısı ve yeni yılın ilk gününün heba olması. Bu ne kadar mantıklı sizce? Bu yüzden lütfen evde huzurlu ve mutlu bir biçimde yeni yılı karşılamak isteyenlere tepki göstermeyiniz. Onlar sıkıcı insanlar değil aksine çok mantıklı insanlar (Kendim diye söylemiyorum). Özellikle İstanbul'da yaşıyorlarsa çok daha mantıklılar. Çünkü, İstanbul'da dışarıda yeni yıla girmek için çok dikkatli olmak gerekir. Kadınların çantalarına sıkı sıkıya yapışması, erkeklerin cüzdanlarına sahip çıkması gerekir ki bir de o kalabalık arasında arkadaş grubundan ayrılmamak gerekir. Bu yüzden de stres dolu bir gece yaşanır. Benden söylemesi ev sizin değilse yakınların düzenlediği ev partileri en güzelidir... En azından sıcak bir ortam olur ve eviniz dağılmaz.
3) Talih Kuşu: Bu dönemde kuş pislikleri neredeyse mübarek sayılır. Eğer kuş birini pislediyse, o kişi kesinlikle milli piyango bileti almalıdır. Çünkü, kuş pisliği uğur demektir ve milli piyango'dan yüksek miktarda bir para çıkacaktır. Öyle midir? Tabiki hayır? Martıların ve güvercinlerin bolca olduğu bir yerde yaşıyorsanız, zaten bu durumlar karşılaşmanız kaçınılmazdır; ve bu durum da sizin milli piyango'dan ikramiye alacağınız anlamına gelmez. Bu yüzden lütfen böyle şeylere kanmayın. Bu zamana kadar büyük ikramiyeyi kazanan birinin ağzından; "Kuş pisledikten sonra bilet aldım; sonra da kazandım" sözlerini duymadım. Bunu bir düşünün... Belki seneye kuş pislediğindeb bilet almazsınız...
4) Hediye sorunu: Bildiğiniz gibi yeni yıla girerken doğum günleri, anneler günü ya da sevgililer günü gibi sadece 1 kişiye hediye alıp kurtulamıyorsunuz. Yeni yılda herkese hediye almanız gerekiyor; bu durum da doğal olarak bütçeyi ciddi bir biçimde etkiliyor. Bu dönemde genelde kendinize bir şema çizmeniz gerekiyor; bu şemaya da "yakınlık şeması" diyorum ben. Yakınlık şeması şöyle birşey. Mesela dostunuz en yakınınızdır ama arkadaşınız değildir. Bu yüzden dostunuza hediye alırsınıuz; arkadaşınıza almazsınız. Bu da arkadaşınızda hafif bir kırgınlığa yol açabilir. Bu gibi durumlardan kaçmak için en güzel yol herkesle anlaşıp; kimsenin birbirine hediye almamasını sağlamaktır ya da en temizi yakın arkadaş grubu arasında kura çekmektir. Yoksa bu işin içinden çıkılmaz benden söylemesi...
İyisiyle kötüsüyle, acısıyla tatlısıyla bir yılı daha geride bıraktık. Yeni yıl yeni sayfa demek midir tartışılır; ama bence süper bir yıl geçirenler sayfayı çevirmesin devam etsin, kötü bir yıl geçirenler sayfayı çevirip tertemiz bir sayfaya ilk kelimelerini yazsınlar. En kötü yılınızın bile en iyi yılınız kadar iyi geçmesi dileğiyle iyi yıllar...
1 ay boyunca insanların yeni yıla karşı nasıl hazırlandıklarını inceledim. Hediyeler almalar, çam ağaçları, süsler, yemek rezervasyonları, partiler, ne giyeceğim telaşı vs. vs. Bütün amaç 10'dan geriye doğru teker teker saymak ve "oleeeeyyyy yeni yıııl" diye bağırmak. Bu yeni yıl durumları bana o kadar ilginç geliyor ki... Kiminiz bu yazıma kızabilir; ama bir de benim açımdan düşünün bakalım. Benim gözümden yeni yıla giriş;
1) Yeni yıla nasıl girilirse bütün yıl öyle geçer: Yok öyle birşey inanmayın! Kim çıkardıysa sizi fena halde kandırmış sonra da şaka demeyi unutmuş. Çocukken ben de inanıyordum buna o yüzden de hep yeni yıla gülümseyerek mutlu bir biçimde (!) girmeye çalışıyordum. Bütün yıl mutlu oluyor muydum? Tabiki hayır. Yeni yıla mutlu girmek sınavdan 100 alacağınıza, maaşınıza %100 zam geleceği anlamına gelmiyor.Aksine genelde bu konularda hayal kırıklığına uğruyoruz. Bu gerçekle karşılaştıktan sonra kendi kendime düşündüm. Acaba hangi yeni yıl'a göre uyum sağlamalıyız. Belki de Avustralya'daki yeni yıla nasıl giriyorsak bütün yıl öyle geçiyordur. Nereden bilebiliriz ki? Belki Japonya'da yeni yıl kutlanırken uyuyoruz diyelim, bu bütün yıl boyunca uyuyacağımız anlamına mı geliyor? Bu mantıkla devam ederseniz yeni yıla nasıl gireceğinizin aslında önemi olmadığını görürsünüz.
2) Bir yerde eğleniyor olma zorunluluğu: Yeni yıla girmek demek; o gece eğlenmek zorundasın demekle hemen hemen aynı anlama geliyor. Yeni yılda evde oturanlara: "Ayyy çok banal, ne sıkıcısın!" denilerek mahalle baskısı yapılıyor. Evde huzurlu huzurlu oturmak varken bu insanlar da zorla dışarı çıkartılıyorlar. Sonra ne mi oluyor? Bir sürü masraf, bu da yetmezmiş gibi genelde parayla rezil olma. İçki içiliyorsa ertesi gün ciddi bir baş ağrısı, mide bulantısı ve yeni yılın ilk gününün heba olması. Bu ne kadar mantıklı sizce? Bu yüzden lütfen evde huzurlu ve mutlu bir biçimde yeni yılı karşılamak isteyenlere tepki göstermeyiniz. Onlar sıkıcı insanlar değil aksine çok mantıklı insanlar (Kendim diye söylemiyorum). Özellikle İstanbul'da yaşıyorlarsa çok daha mantıklılar. Çünkü, İstanbul'da dışarıda yeni yıla girmek için çok dikkatli olmak gerekir. Kadınların çantalarına sıkı sıkıya yapışması, erkeklerin cüzdanlarına sahip çıkması gerekir ki bir de o kalabalık arasında arkadaş grubundan ayrılmamak gerekir. Bu yüzden de stres dolu bir gece yaşanır. Benden söylemesi ev sizin değilse yakınların düzenlediği ev partileri en güzelidir... En azından sıcak bir ortam olur ve eviniz dağılmaz.
3) Talih Kuşu: Bu dönemde kuş pislikleri neredeyse mübarek sayılır. Eğer kuş birini pislediyse, o kişi kesinlikle milli piyango bileti almalıdır. Çünkü, kuş pisliği uğur demektir ve milli piyango'dan yüksek miktarda bir para çıkacaktır. Öyle midir? Tabiki hayır? Martıların ve güvercinlerin bolca olduğu bir yerde yaşıyorsanız, zaten bu durumlar karşılaşmanız kaçınılmazdır; ve bu durum da sizin milli piyango'dan ikramiye alacağınız anlamına gelmez. Bu yüzden lütfen böyle şeylere kanmayın. Bu zamana kadar büyük ikramiyeyi kazanan birinin ağzından; "Kuş pisledikten sonra bilet aldım; sonra da kazandım" sözlerini duymadım. Bunu bir düşünün... Belki seneye kuş pislediğindeb bilet almazsınız...
4) Hediye sorunu: Bildiğiniz gibi yeni yıla girerken doğum günleri, anneler günü ya da sevgililer günü gibi sadece 1 kişiye hediye alıp kurtulamıyorsunuz. Yeni yılda herkese hediye almanız gerekiyor; bu durum da doğal olarak bütçeyi ciddi bir biçimde etkiliyor. Bu dönemde genelde kendinize bir şema çizmeniz gerekiyor; bu şemaya da "yakınlık şeması" diyorum ben. Yakınlık şeması şöyle birşey. Mesela dostunuz en yakınınızdır ama arkadaşınız değildir. Bu yüzden dostunuza hediye alırsınıuz; arkadaşınıza almazsınız. Bu da arkadaşınızda hafif bir kırgınlığa yol açabilir. Bu gibi durumlardan kaçmak için en güzel yol herkesle anlaşıp; kimsenin birbirine hediye almamasını sağlamaktır ya da en temizi yakın arkadaş grubu arasında kura çekmektir. Yoksa bu işin içinden çıkılmaz benden söylemesi...
İyisiyle kötüsüyle, acısıyla tatlısıyla bir yılı daha geride bıraktık. Yeni yıl yeni sayfa demek midir tartışılır; ama bence süper bir yıl geçirenler sayfayı çevirmesin devam etsin, kötü bir yıl geçirenler sayfayı çevirip tertemiz bir sayfaya ilk kelimelerini yazsınlar. En kötü yılınızın bile en iyi yılınız kadar iyi geçmesi dileğiyle iyi yıllar...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)