Çalışan insanların çoğu izin yapma haftalarını beklerler. Amaçları ise sadece biraz olsun kafa dağıtıp dinlenmektir; ama tehlikenin farkında değillerdir. Çünkü aslında tatile çıktıklarında normal iş yaşamlarından daha fazla yorulmaktadırlar. Tatilden sonra 1 hafta daha tatil gerekmektedir ki o da 1 hafta boyunca uyumak anlamına gelir. Bu yazımda tur şirketlerinin yaptığı genelde kültür amaçlı olan turlardan bahsedeceğim. Hiç düşündünüz mü o turların güler yüzlü diktatörler olduğunu? Maddelerle kültür turları:
1) Saban erkenden kalkmak: Her turun kendine göre bir programı vardır. Tatildeki mutlu insanların da o programa uymasını isterler yoksa otobüs kaçacaktır, rezervasyonlar iptal edilecektir, müze kapanacaktır vs. vs. Bu yüzden de turlar genelde sabah erkenden başlarlar. Şöyle diyeyim sabah 6'da başlayan turlar gördüm sırf Güneş'in doğuşunu izlemek isteyenler için. Bu yüzden de normalde erken kalkmaktan hiç hoşlanmayan hatta işe giderken bile daha geç kalkan bünye madem para verdim hakkını da vereyim mantığı ile sabah 5:30'da kalkıp 6'daki muhteşem manzaraya hazırlanır. Şimdi sorarım size bu yorucu bir olay değil midir? Bunun neresinde "dinlenmek" eylemi geçiyor?
2) Yavaş yemek yiyenler dikkat: Buradan yavaş yemek yiyenlere sesleniyorum; böyle bir tura katılmadan önce ya az yemekle yetinmeyi öğrenin ya da hızlı yemek yemeye başlayın. Çünkü turlarda çok kısıtlı bir zaman vardır ve siz bu programa uymak zorundasınızdır! Gezilecek görülecek çok yer var; yoksa siz bütün vaktinizi yemek yemekle mi geçiriyorsunuz? Buradan söylemek istedim: Kaybedenlerdensiniz, çünkü otobüsü kaçırdınız; artık görecek yeriniz kalmadı.
3) Kondisyonlu olmak lazım: Çünkü kondisyonlu olmadığınız an bitersiniz. Unutmayın en zayıf halka genelde elenir. Elenmek mi istiyorsunuz? O zaman gezmeyin evinizde oturun televizyon izleyin, kitap okuyun. Çünkü kültür turları kondisyonlu olmayanlara göre bir iş değildir. Kültür turu ciddi insanların işidir! Çünkü gezilecek yerler genelde müze olduklarından dolayı çok yürümeniz gerekmektedir; bir de fotoğraf çekeceğim telaşı içindeyseniz bir sürü araç gereç taşırsınız. Bu da kondisyonlu olmayı gerektirir. Sadece gitmeden önce hazırlıklı olun istedim.
4) Hakkınızı koruyun: Mümkünse yanınızda bir avukat bulunsun. Çünkü kültür turlarında bir grup halinde olursunuz ve birçok yere girerken sıraya girmeniz gerekmektedir. Her grup içinde de mutlaka kendini çok "zeki" zanneden ve sabırsız tipler bulunmaktadır ki çok tehlikelidir. O gülen yüzlerinin altında "evet, çaktırmadan senin önüne geçip bir an önce yemeğimi yiyip hazır olacağım" yazar. Bu yüzden de sıranızı koruyun kollayın, kollayamayanlara yardım edin!
Eklenecek o kadar çok madde var ki... Her ne kadar burada eleştirmekte de olsam kültür turları iyidir ve tavsiye ederim. Sadece demek istediğim dinlenme amacıyla gitmeyin; bilgilenme amacıyla gidin...
Çok zor bir şey istemiyorum senden. Sadece gülümse. Yapacağın şey Newton'un bulduğu yerçekimi kuvvetini unutup dudak kıvrımlarını yukarı doğru kaldırmak :) emin ol zor değil :)
31 Temmuz 2010 Cumartesi
28 Temmuz 2010 Çarşamba
Türkler Işınlanmayı Bulursa...
Düşündüm taşındım... Işınlanmak tam bir sır olarak görülüyor. Birçok bilim adamı da eminim ki bu icatı yapıp adını tarihe yazdırmak istiyordur. Türkler ışınlanmayı bulursa sizce dünya nasıl bir yer olurdu? Bence haberlerde yazılacaklar: "Çılgın Türkler artık vizesiz her yere gidebiliyor. Artık her yerde Türkler çoğunlukta..." Dünya çalkalanır ve muhtemelen yeni bir döneme girilir... "Işınlanma devri (2010-...)". Maddelerle Türkler'den ışınlanma:
1) Işınlanma prosedürü oluşur: Tabiki yasa çıkması gerekir. Türkler yoğurttan sonra dünyanın çok konuşacağı bir şey icat etmiş... Prosedürü oluştururlar hemencecik. İlk başta gerekli ışınlanma mevkilerinde TC kimlik numarası girmeniz gerekir. Sonra size bir soru gelir: "Işınlanma yapmak istediğinize emin misiniz?" Ardından gerekli kurumlardan kaşeler ve imzalar geldikten sonra istediğiniz yere rahatça ışınlanabilirsiniz. Tabi arabayla gitmek daha kolay olabilir... Zaman hesabı yapmak gerekir.
2) Işınlanma alt yapısı oluşturulur: Bütün yollar alakalı olsun olmasın sökülür ve takılır. Bu yapılmazsa ışınlanma kesinlikle gerçekleştirilemez. Trafik tıkanacak bir kere. Yoksa ışınlanmanın önemi nasıl anlatılabilir ki? O yüzden de ışınlanma bulunduktan sonra lütfen yol yapım çalışmalarına tepki göstermeyiniz. O çalışmaların önemli bir nedeni var! Sizi ışınlanma işlemine motive etmek.
3) Işınlanma süreci: İlk ışınlanma süreci başladığında herşey dört dörtlük olamaz. İlla ki hatalar olacaktır. Hele de Türkiye'den bahsediyorsak... Benim aklıma gelen bir kaç olası durumları yazacağım... Işınlanırken insanlar karışabilir birbirine. Mesela kendinizi başka bir insanın vücudunda bulabilirsiniz. İşin yoksa kendi bedeninizi bulunuz. İlk önce gerekli mercilere dilekçe yazmanız gerekir. Cevap gelene kadar da insanları sizin başka bir kişi olduğunuza ikna etmeniz gerekir. Bunun dışında ışınlanma sırasında bir yere giderken kolunuz bir yere giderken bacağınız sizden bağımsız bir yere gidebilir. Şimdiden hazırlıklı olun benden söylemesi. Teknoloji her zaman iyi bir şey değildir.
4) Işınlanma kesintisi ve vergisi: Rüzgar esti mi genelde elektrikler kesilmez mi? En azından benim yaşadığım yerlerde öyle olur. Ya çok şiddetli yağmur ya da şiddetli bir rüzgar esti mi elektrikler gider ve hayat durur. Aynı şey ışınlanma için de geçerlidir. Rüzgar estiği an kendinizi bir boşlukta bulabilirsiniz. Çünkü elektrik gittiği gibi ışınlanma gitti gibilerinden bir söz öbeği de dilimize yerleşir. Bir de unutmamak gerekir eğer ışınlanma faturanızı ve verginizi ödemezseniz ışınlanma yine kesilir. Açtırmak için çok uğraşırsınız. Bu yüzden de ışınlanma faturanızı otomatik ödemeye alın benden söylemesi
5) Işınlanma fakülteleri: O kadar ışınlanmayı bulmuşuz. Işınlanma teknik liseleri ve ışınlanma fakülteleri olması gerekmez mi? Tabiki gerekir. Bu yüzden de ÖSYM düzgün bir sistem kurmalı hangi alan ne tercihi ile hangi katsayı ile çarpılırsa bu fakülteye girilebilir...
Bunlar sadece olabilecekler. Keşke o günleri görebilsek de bunlar gerçekleşebilse... Okuduğunuz için teşekkür ederim.
1) Işınlanma prosedürü oluşur: Tabiki yasa çıkması gerekir. Türkler yoğurttan sonra dünyanın çok konuşacağı bir şey icat etmiş... Prosedürü oluştururlar hemencecik. İlk başta gerekli ışınlanma mevkilerinde TC kimlik numarası girmeniz gerekir. Sonra size bir soru gelir: "Işınlanma yapmak istediğinize emin misiniz?" Ardından gerekli kurumlardan kaşeler ve imzalar geldikten sonra istediğiniz yere rahatça ışınlanabilirsiniz. Tabi arabayla gitmek daha kolay olabilir... Zaman hesabı yapmak gerekir.
2) Işınlanma alt yapısı oluşturulur: Bütün yollar alakalı olsun olmasın sökülür ve takılır. Bu yapılmazsa ışınlanma kesinlikle gerçekleştirilemez. Trafik tıkanacak bir kere. Yoksa ışınlanmanın önemi nasıl anlatılabilir ki? O yüzden de ışınlanma bulunduktan sonra lütfen yol yapım çalışmalarına tepki göstermeyiniz. O çalışmaların önemli bir nedeni var! Sizi ışınlanma işlemine motive etmek.
3) Işınlanma süreci: İlk ışınlanma süreci başladığında herşey dört dörtlük olamaz. İlla ki hatalar olacaktır. Hele de Türkiye'den bahsediyorsak... Benim aklıma gelen bir kaç olası durumları yazacağım... Işınlanırken insanlar karışabilir birbirine. Mesela kendinizi başka bir insanın vücudunda bulabilirsiniz. İşin yoksa kendi bedeninizi bulunuz. İlk önce gerekli mercilere dilekçe yazmanız gerekir. Cevap gelene kadar da insanları sizin başka bir kişi olduğunuza ikna etmeniz gerekir. Bunun dışında ışınlanma sırasında bir yere giderken kolunuz bir yere giderken bacağınız sizden bağımsız bir yere gidebilir. Şimdiden hazırlıklı olun benden söylemesi. Teknoloji her zaman iyi bir şey değildir.
4) Işınlanma kesintisi ve vergisi: Rüzgar esti mi genelde elektrikler kesilmez mi? En azından benim yaşadığım yerlerde öyle olur. Ya çok şiddetli yağmur ya da şiddetli bir rüzgar esti mi elektrikler gider ve hayat durur. Aynı şey ışınlanma için de geçerlidir. Rüzgar estiği an kendinizi bir boşlukta bulabilirsiniz. Çünkü elektrik gittiği gibi ışınlanma gitti gibilerinden bir söz öbeği de dilimize yerleşir. Bir de unutmamak gerekir eğer ışınlanma faturanızı ve verginizi ödemezseniz ışınlanma yine kesilir. Açtırmak için çok uğraşırsınız. Bu yüzden de ışınlanma faturanızı otomatik ödemeye alın benden söylemesi
5) Işınlanma fakülteleri: O kadar ışınlanmayı bulmuşuz. Işınlanma teknik liseleri ve ışınlanma fakülteleri olması gerekmez mi? Tabiki gerekir. Bu yüzden de ÖSYM düzgün bir sistem kurmalı hangi alan ne tercihi ile hangi katsayı ile çarpılırsa bu fakülteye girilebilir...
Bunlar sadece olabilecekler. Keşke o günleri görebilsek de bunlar gerçekleşebilse... Okuduğunuz için teşekkür ederim.
25 Temmuz 2010 Pazar
Müsait bir yerde bırakır mısınız? (3)
Zaman geçti gidiyor derken geldik kendi icatım olan yazı dizimin son bölümüne. Bu bölümde dolmuş şoförlerini tanıtacağım efendim. Bildiğiniz gibi dolmuşlar 2'ye ayrılır: sarı olanlar ve mavi olanlar. Sarı olan dolmuşlar genelde direkt taşımacılık yaparken, mavi olan dolmuşlar dur-kalk şeklinde aktivitilerde bulunur. Karşınızda maddelerle dolmuş şoförleri:
1)Otobüs şoförlerine göre daha çeviktirler: Nedeni gayet basit. Araçları daha küçüktür de ondan. Otobüs şoförleri kadar kendilerine güvenmemelerine rağmen; araçlarının hızına ve direksiyon kabiliyetlerine inandıklarından trafikte her türlü cambazlığı yapabilirler. Bence ileride dolmuş şoförlerinin için dolmuş yarışları yapılmalı, değişik etaplar olmalı bol trafikli yollar. Bakalım ne kadar zikzak çizerek bitiş çizgisine ulaşacak. Amaç da en kısa zamanda en fazla durup ayakta yolcu bulundurmayacak şekilde yolcu alıp kısa zamanda ulaşmak. Birinciye de altın kapta ehliyet verilmeli.
Ekspres taşımacılık yapan dolmuş şoförleri trafikte çok göze batmasa da dur-kalk yapan dolmuşlar aniden durup kalkma eğilimi gösterdiğinden size bir disko havası verebilirler. Bu yüzden de çocuğunuzun uyuma problemi varsa arabanıza bindirin bir dolmuşun peşinden gidin, durup kalkmalar beşiğin sallanması etkisi yapacağından çocuğunuz huzurlu bir biçimde uyuyacaktır.
2)Matematikçilere taş çıkarırlar: Çalışma koşullarından dolayı bütün kişi sayısını ve oluşacak para miktarını bilerekten herşeyi kafalarında hesaplayabilirler. İstediğiniz parayı verin ve istediğiniz kadar kişi sayısı söyleyin 2 dakika içinde para üstünüz elinizde olacaktır. Hatta öyledir ki o günün kurlarını bilerekten dövizlere bile tepki verebilmektedirler.
Bu özellikleri onlara çok şey katar. "Kazıklanmamak". Hiçbir yolcu dolmuş şoförünü kazıklayamaz! Adamlar kafalarında hesap yapıyor. Bir seferde ellerine ne kadar para geçeceğini çok iyi biliyorlar. Lütfen onları kazıklamaya çalışmayalım. Çok kırılırlar bu duruma...
3)Müzik zevkleri: Herhalde 100 dolmuş şoförüne sorulsa 90'ının müzik zevki aynıdır ya hayatın bütün yükü sırtlarındaymış gibi sözleri olan arabesk türü ya da geçmişimizden gelen Türkü'ler. Türküler bir nebze çekilir olsa da arabesk sevmeyenler için dolmuş seferleri tam bir işkence boyutunu almaktadır. O yüzden dolmuş üreticilerine buradan sesleniyorum, her koltuğun kendi müzik yapma hakkı olsun!
4)Dolmuş: Adından da anlaşılacağı gibi dolmalıdır. Dolmadan kalkmaz. Eskiden koltukların dolması da yetmezdi, ayakta da hareket edecek yer kalmaması gerekirdi. Yasa değiştiği için artık mantık koltuklar dolunca "Kusura bakma kardeş arkada başka dolmuş var" demektir.
5)Bayraklar: Bütün dolmuş şoförlerinin memleketini bilirsiniz. Çünkü hepsi milliyetçidir gözümde. Dolmuşun arkasında mutlaka kendi memleketinin bulunduğu spor klübünün bayrağı olur. Lütfen ona göre davranıp bitin bir kaza çıkmasın.
Okuduğunuz için teşekkür ederim. Burada yazı dizim son bulmaktadır. Beni eksik bulduğunuz ya da hata yaptığımı düşündüğünüz konular olursa lütfen altta yorumlara yazınız. Tabi iyi eleştirilere de açığım. Kendimi size daha iyi anlatabilmek için sizin yorumlarınıza ihtiyacım var.
1)Otobüs şoförlerine göre daha çeviktirler: Nedeni gayet basit. Araçları daha küçüktür de ondan. Otobüs şoförleri kadar kendilerine güvenmemelerine rağmen; araçlarının hızına ve direksiyon kabiliyetlerine inandıklarından trafikte her türlü cambazlığı yapabilirler. Bence ileride dolmuş şoförlerinin için dolmuş yarışları yapılmalı, değişik etaplar olmalı bol trafikli yollar. Bakalım ne kadar zikzak çizerek bitiş çizgisine ulaşacak. Amaç da en kısa zamanda en fazla durup ayakta yolcu bulundurmayacak şekilde yolcu alıp kısa zamanda ulaşmak. Birinciye de altın kapta ehliyet verilmeli.
Ekspres taşımacılık yapan dolmuş şoförleri trafikte çok göze batmasa da dur-kalk yapan dolmuşlar aniden durup kalkma eğilimi gösterdiğinden size bir disko havası verebilirler. Bu yüzden de çocuğunuzun uyuma problemi varsa arabanıza bindirin bir dolmuşun peşinden gidin, durup kalkmalar beşiğin sallanması etkisi yapacağından çocuğunuz huzurlu bir biçimde uyuyacaktır.
2)Matematikçilere taş çıkarırlar: Çalışma koşullarından dolayı bütün kişi sayısını ve oluşacak para miktarını bilerekten herşeyi kafalarında hesaplayabilirler. İstediğiniz parayı verin ve istediğiniz kadar kişi sayısı söyleyin 2 dakika içinde para üstünüz elinizde olacaktır. Hatta öyledir ki o günün kurlarını bilerekten dövizlere bile tepki verebilmektedirler.
Bu özellikleri onlara çok şey katar. "Kazıklanmamak". Hiçbir yolcu dolmuş şoförünü kazıklayamaz! Adamlar kafalarında hesap yapıyor. Bir seferde ellerine ne kadar para geçeceğini çok iyi biliyorlar. Lütfen onları kazıklamaya çalışmayalım. Çok kırılırlar bu duruma...
3)Müzik zevkleri: Herhalde 100 dolmuş şoförüne sorulsa 90'ının müzik zevki aynıdır ya hayatın bütün yükü sırtlarındaymış gibi sözleri olan arabesk türü ya da geçmişimizden gelen Türkü'ler. Türküler bir nebze çekilir olsa da arabesk sevmeyenler için dolmuş seferleri tam bir işkence boyutunu almaktadır. O yüzden dolmuş üreticilerine buradan sesleniyorum, her koltuğun kendi müzik yapma hakkı olsun!
4)Dolmuş: Adından da anlaşılacağı gibi dolmalıdır. Dolmadan kalkmaz. Eskiden koltukların dolması da yetmezdi, ayakta da hareket edecek yer kalmaması gerekirdi. Yasa değiştiği için artık mantık koltuklar dolunca "Kusura bakma kardeş arkada başka dolmuş var" demektir.
5)Bayraklar: Bütün dolmuş şoförlerinin memleketini bilirsiniz. Çünkü hepsi milliyetçidir gözümde. Dolmuşun arkasında mutlaka kendi memleketinin bulunduğu spor klübünün bayrağı olur. Lütfen ona göre davranıp bitin bir kaza çıkmasın.
Okuduğunuz için teşekkür ederim. Burada yazı dizim son bulmaktadır. Beni eksik bulduğunuz ya da hata yaptığımı düşündüğünüz konular olursa lütfen altta yorumlara yazınız. Tabi iyi eleştirilere de açığım. Kendimi size daha iyi anlatabilmek için sizin yorumlarınıza ihtiyacım var.
23 Temmuz 2010 Cuma
Müsait bir yerde bırakır mısınız? (2)
1. yazımda taksi şoförleri hakkındaki izlenimlerimi belirtmiştim. 2. yazımda ise otobüs şoförleri hakkındaki gözlemlerimi yazacağım. Bu arada yanlış anlaşılma olmasın; benim bahsettiğim otobüs şoförleri şehir içi ulaşımı taşıyan toplu taşıma araçlarını kullanan insanlardır. Benim gözümden maddelerle otobüs şoförleri:
1) Yol onlarındır: Öyle zannederler ya da öyle sanmamızı isterler. Çünkü, araçları büyüktür... Sıkıysa onun yolunu almaya çalışın... Direksiyonu size doğru kırdığı an neye uğradığınızı şaşırırsınız. Bu yüzden de yol alanın değil kesinlikle onlarındır. İstedikleri şeritten istedikleri hızda geçme haklarına sahiptirler. İstedikleri durakta aniden durur istemediklerinin yüzüne bile bakmazlar. Siz de eğer bir otobüsün peşine takıldıysanız; onun istikametinde hareket edersiniz.
2) Duraklarda istedikleri kadar beklerler ve kitleleri peşinden sürüklerler: Otobüs durakları adı üstünde otobüslerin yolcu alıp bırakması için belirlenen yerlerdir. Çok yoğun bir trafik olduğunu düşünün. Mecburen bir otobüsün arkasında takılı kaldınız ve o sırada sadece takılı kalan araç sizin aracınız değildir; arkanızda da sizin kullandığınız gibi bir sürü araç bütün duraklarda itina ile durur ve kalkar. Bu yüzden de otobüs şoförlerinin inanmılmaz egoları vardır. Çünkü, kitleleri peşinden sürükler. Eğer düğün, sünnet gibi bir olayda arabalarla konvoy oluşturmak istiyorsanız; dar bir sokakta bir otobüsün peşine takılın yavaş yavaş kornalara basarak gidin. Birçok insan da sizin mutlu gününüzü kutlar.
3) Çok verimli çalışırlar: Mesai başlangıcında ve bitişinde kimse otobüs şoförleri kadar verimli çalışamaz. Çünkü, kafalarında öyle bir hesaplama yaparlar ki minimum yere maksimum insan sığdırabilirler. Bu yüzden de otobüsün ortalarında seyir eden yolcular istedikleri durakta inemezler ve işe geç kalma durumuyla karşı karşıya kalırlar. Otobüslerde ortada kaldığınızdan dolayı inmek için birçok insanı ezip geçmeniz gerekmektedir tabi kapının yolunu bulabilirseniz. Size tavsiyem oksijeni yani temiz havayı takip edin. Temiz havanın yoğun olduğu yerler kapının yakınlarıdır. Demem o ki otobüs şoförleri istemeden de birçok insanın ekmeğiyle oynayabilirler.
4)Yeteneklidirler: Güzergahları gereği bir çok otobüs Türkiye'mizin dar sokaklarından geçmek zorunda kalabilirler.Yani otobüs şoförleri imkansızı başarmak zorunda kalırlar; düşünsenize küçük bir arabanın bile zor döndüğü dönemeci otobüs günde kaç kere dönüyor. Bu arada belirtmek isterim otobüs şoförleri meslek aşkıyla işlerini zamanında yapmak için bazen o dar dönemeçlerde ters park etmiş arabaların yerini hafifçe hareket ettirebilirler. Dikkatli olun ve onların işlerini engellemeyin lütfen!
Otobüs şoförleri de belirttiğim gibi meslek aşkıyla hayatlarına devam ederler. Bu yüzden de saygım sonsuzdur. 3. yazımda görüşmek üzere hiçbir otobüsün peşine takılmamanız dileğiyle...
1) Yol onlarındır: Öyle zannederler ya da öyle sanmamızı isterler. Çünkü, araçları büyüktür... Sıkıysa onun yolunu almaya çalışın... Direksiyonu size doğru kırdığı an neye uğradığınızı şaşırırsınız. Bu yüzden de yol alanın değil kesinlikle onlarındır. İstedikleri şeritten istedikleri hızda geçme haklarına sahiptirler. İstedikleri durakta aniden durur istemediklerinin yüzüne bile bakmazlar. Siz de eğer bir otobüsün peşine takıldıysanız; onun istikametinde hareket edersiniz.
2) Duraklarda istedikleri kadar beklerler ve kitleleri peşinden sürüklerler: Otobüs durakları adı üstünde otobüslerin yolcu alıp bırakması için belirlenen yerlerdir. Çok yoğun bir trafik olduğunu düşünün. Mecburen bir otobüsün arkasında takılı kaldınız ve o sırada sadece takılı kalan araç sizin aracınız değildir; arkanızda da sizin kullandığınız gibi bir sürü araç bütün duraklarda itina ile durur ve kalkar. Bu yüzden de otobüs şoförlerinin inanmılmaz egoları vardır. Çünkü, kitleleri peşinden sürükler. Eğer düğün, sünnet gibi bir olayda arabalarla konvoy oluşturmak istiyorsanız; dar bir sokakta bir otobüsün peşine takılın yavaş yavaş kornalara basarak gidin. Birçok insan da sizin mutlu gününüzü kutlar.
3) Çok verimli çalışırlar: Mesai başlangıcında ve bitişinde kimse otobüs şoförleri kadar verimli çalışamaz. Çünkü, kafalarında öyle bir hesaplama yaparlar ki minimum yere maksimum insan sığdırabilirler. Bu yüzden de otobüsün ortalarında seyir eden yolcular istedikleri durakta inemezler ve işe geç kalma durumuyla karşı karşıya kalırlar. Otobüslerde ortada kaldığınızdan dolayı inmek için birçok insanı ezip geçmeniz gerekmektedir tabi kapının yolunu bulabilirseniz. Size tavsiyem oksijeni yani temiz havayı takip edin. Temiz havanın yoğun olduğu yerler kapının yakınlarıdır. Demem o ki otobüs şoförleri istemeden de birçok insanın ekmeğiyle oynayabilirler.
4)Yeteneklidirler: Güzergahları gereği bir çok otobüs Türkiye'mizin dar sokaklarından geçmek zorunda kalabilirler.Yani otobüs şoförleri imkansızı başarmak zorunda kalırlar; düşünsenize küçük bir arabanın bile zor döndüğü dönemeci otobüs günde kaç kere dönüyor. Bu arada belirtmek isterim otobüs şoförleri meslek aşkıyla işlerini zamanında yapmak için bazen o dar dönemeçlerde ters park etmiş arabaların yerini hafifçe hareket ettirebilirler. Dikkatli olun ve onların işlerini engellemeyin lütfen!
Otobüs şoförleri de belirttiğim gibi meslek aşkıyla hayatlarına devam ederler. Bu yüzden de saygım sonsuzdur. 3. yazımda görüşmek üzere hiçbir otobüsün peşine takılmamanız dileğiyle...
21 Temmuz 2010 Çarşamba
Müsayit bir yerde bırakır mısınız? (1)
Arabası olmayanlar bilir; eğer bir yere gitmek istiyorsanız ve taksi ya da toplu taşıma araçları kullanıyorsanız mutlaka günde en az 1 kere duyarsınız. "Şoför bey, müsayit bir yerde bırakır mısınız?" Şoför bey de sizi dinleyerekten müsayit bir yerde bırakır. An itibariyle 3 yazıdan oluşmasını düşündüğüm bir yazı dizisine başlıyorum. Bu yazı dizisinde sırasıyla taksi, otobüs ve dolmuş şoförlerini yazacağım. Bu gün yazacağım kişiler taksi şoförleri. İlk önce bu konunun nasıl aklıma geldiğini anlatayım... Geçen gün sabah haberlerini izliyordum. Bu sabah haberlerinde izleyiciler sunucuya e-posta yoluyla ulaşabiliyorlar. Bu yüzden de arada sunucu onların yorumunu okuyor. Haber bir taksi şoförünün kafasına silah tutulup taksisinin kaçırılması ile ilgiliydi. Bir suçlu kaçarken taksiye rastlamıştı ve kafasına silahı dayayarak inmesini istemişti. Bu haberin üzerine programa bir taksi şoförü bir mail yolladı. Mailde taksi şoförlerinin can güvenliğinin çok az olduğunu söylüyordu. Düşündüm taşındım... Gerçekten de öyle. Can güvenlikleri baya az. Nasıl mı? İşte maddelerle taksi şoförleri:
1) Algıları hızlıdır: Belki de algıları en hızlı olan insanlardır. Bazen gerçekten de harcandıklarını düşünüyorum; çünkü kimse onlar kadar hızlı bir biçimde tepki veremezler. Bunu nereden mi biliyorum? Hemen yazayım. Trafiktesiniz; bir anda trafik lambası gördünüz ve üstündeki renk de kırmızı. Bu ne demek? Durmanız gerekiyor. Usulca durur ve beklersiniz. Eğer arkanızda sabırsız bir taksi şoförü varsa kulağınıza bir tıkaç takın, çünkü trafik ışığının kırmızdan sarıya geçmesini gördüğü an (ancak nanosaniye birimi ile ölçülebilir) tepki verip elleriyle kornaya basar. Siz tabi o kadar hızlı algılayamadığınızdan ağır ama emin bir biçimde kaldırırsınız arabayı. Siniriniz çok bozulur çünkü birisi resmen sizinle dalga geçmiştir. Sizin algınızla oynamıştır, size ne kadar yavaş algılıyorsunuz demiştir. Buradan taksi şoförlerine sesleniyorum herkes sizin gibi değil, lütfen saygılı olalım.
2) Gözleri bozuktur: Taksi şoförleri meslekleri gereği diğer çalışanlar gibi iş başında içki içmemelidirler. Başka meslek grubundakiler içseler belki çok önemli olmaz; ama taksiciler can taşımaktadırlar. Bu yüzden bu konuda daha da dikkatli olmalıdırlar. Yaptığım gözlemlere göre taksi şoförleri içkili olmamalarına rağmen tahminen gözlerindeki bozukluklardan dolayı gitmeleri gereken iki beyaz yol çizgisi arasında fazla seyir edememekte. Bu da onları gören normal sürücülerin taksi şoförlerine saygı duyup, daha dikkatli olması gerektiği anlamına gelir.
3) Seçicidirler: Kendilerinin mesleği gereği bir navigasyon aletinin yaptığı bütün işlemleri beyinlerinde yapabilirler. Binmeden önce gideceğinizi yeri söylediğinizde kafasında kilometre hesabı yaparaktan beğenmeyip almayabilirler. Çünkü, sizin o yolu yağmur olsa bile ıslanmadan yürüyeceğinizi bilirler. O yüzden içleri rahat bir biçimde daha uzağa giden yani yürüyemeyecek kadar uzağa giden müşterileri seçerler.
4) Can güvenlikleri azdır: Yukarıda da belirttiğim gibi gözleri bozuk olduklarından dolayı can güvenlikleri azdır. Farkında olmadan yani yanlışlıkla (!) hatalı sollama yapabilirler, müşterilere ayıp olmasın diye yolun ortasında aniden durup yolcu alıp-bırakabilirler ya da sırf yolcuyu düşündüklerinden en kısa zamanda onu istediği yere götürebilmek için türlü cambazlıklar yaparaktan hızlı bir biçimde istedikleri yere ulaştırırlar. Bu yüzden de hizmet uğruna can güvenlikleri azalabilir.
5) Size bir şeyler katmak isterler: Bazı taksi şoförleri yolcuların o mekanın yabancısı olduğunu üstün 6. hisleri ile anlarlar ve onlara şehir turu attırmak isterler. Burada hiç bir kötü niyet yoktur. Yolun uzaması uğruna yeni gelen ziyaretçilere etrafı gezdirmek, turistlere şehrin güzelliği göstermektir sadece amaçları. Bu kadar da iyi olanları vardır aralarında. Bu yüzden taksi şoförlerinin çok kibar insanlar olduğunu düşünüyorum.
Yukarıda belirttiklerim taksi şoförlerinin özelliklerinin sadece birkaçı. Daha fazla maddeler eklenebilir. Bir de bu gözle taksi şoförlerine bakın istedim. Bu yazıdan sonra umarım ki trafikte daha dikkatli olursunuz. Örneğin; kırmızı ışıkta mümkün mertebe bir taksicinin önünde beklemeyin. 2. yazımda görüşmek üzere....
1) Algıları hızlıdır: Belki de algıları en hızlı olan insanlardır. Bazen gerçekten de harcandıklarını düşünüyorum; çünkü kimse onlar kadar hızlı bir biçimde tepki veremezler. Bunu nereden mi biliyorum? Hemen yazayım. Trafiktesiniz; bir anda trafik lambası gördünüz ve üstündeki renk de kırmızı. Bu ne demek? Durmanız gerekiyor. Usulca durur ve beklersiniz. Eğer arkanızda sabırsız bir taksi şoförü varsa kulağınıza bir tıkaç takın, çünkü trafik ışığının kırmızdan sarıya geçmesini gördüğü an (ancak nanosaniye birimi ile ölçülebilir) tepki verip elleriyle kornaya basar. Siz tabi o kadar hızlı algılayamadığınızdan ağır ama emin bir biçimde kaldırırsınız arabayı. Siniriniz çok bozulur çünkü birisi resmen sizinle dalga geçmiştir. Sizin algınızla oynamıştır, size ne kadar yavaş algılıyorsunuz demiştir. Buradan taksi şoförlerine sesleniyorum herkes sizin gibi değil, lütfen saygılı olalım.
2) Gözleri bozuktur: Taksi şoförleri meslekleri gereği diğer çalışanlar gibi iş başında içki içmemelidirler. Başka meslek grubundakiler içseler belki çok önemli olmaz; ama taksiciler can taşımaktadırlar. Bu yüzden bu konuda daha da dikkatli olmalıdırlar. Yaptığım gözlemlere göre taksi şoförleri içkili olmamalarına rağmen tahminen gözlerindeki bozukluklardan dolayı gitmeleri gereken iki beyaz yol çizgisi arasında fazla seyir edememekte. Bu da onları gören normal sürücülerin taksi şoförlerine saygı duyup, daha dikkatli olması gerektiği anlamına gelir.
3) Seçicidirler: Kendilerinin mesleği gereği bir navigasyon aletinin yaptığı bütün işlemleri beyinlerinde yapabilirler. Binmeden önce gideceğinizi yeri söylediğinizde kafasında kilometre hesabı yaparaktan beğenmeyip almayabilirler. Çünkü, sizin o yolu yağmur olsa bile ıslanmadan yürüyeceğinizi bilirler. O yüzden içleri rahat bir biçimde daha uzağa giden yani yürüyemeyecek kadar uzağa giden müşterileri seçerler.
4) Can güvenlikleri azdır: Yukarıda da belirttiğim gibi gözleri bozuk olduklarından dolayı can güvenlikleri azdır. Farkında olmadan yani yanlışlıkla (!) hatalı sollama yapabilirler, müşterilere ayıp olmasın diye yolun ortasında aniden durup yolcu alıp-bırakabilirler ya da sırf yolcuyu düşündüklerinden en kısa zamanda onu istediği yere götürebilmek için türlü cambazlıklar yaparaktan hızlı bir biçimde istedikleri yere ulaştırırlar. Bu yüzden de hizmet uğruna can güvenlikleri azalabilir.
5) Size bir şeyler katmak isterler: Bazı taksi şoförleri yolcuların o mekanın yabancısı olduğunu üstün 6. hisleri ile anlarlar ve onlara şehir turu attırmak isterler. Burada hiç bir kötü niyet yoktur. Yolun uzaması uğruna yeni gelen ziyaretçilere etrafı gezdirmek, turistlere şehrin güzelliği göstermektir sadece amaçları. Bu kadar da iyi olanları vardır aralarında. Bu yüzden taksi şoförlerinin çok kibar insanlar olduğunu düşünüyorum.
Yukarıda belirttiklerim taksi şoförlerinin özelliklerinin sadece birkaçı. Daha fazla maddeler eklenebilir. Bir de bu gözle taksi şoförlerine bakın istedim. Bu yazıdan sonra umarım ki trafikte daha dikkatli olursunuz. Örneğin; kırmızı ışıkta mümkün mertebe bir taksicinin önünde beklemeyin. 2. yazımda görüşmek üzere....
19 Temmuz 2010 Pazartesi
3 vakte kadar...
İnsanlar hep geleceklerini öğrenmek isterler. Akıldaki soru: "Gelecek benim için nasıl geçecek?"tir. O insana ne zaman öleceğini öğrenmek ister misiniz diye sorsanız çoğu öğrenmek istemez. Aslında fallar terapilerdir. İnsanlar moral bozucu değil de moral getirici şeyler öğrenmek isterler. 3 vakte kadar sana güzel bir yol görünüyor gibi. O 3 vakte kadar da nasıl belli oluyor ayrı bir olaydır. Ayrıntısını bilenler bilir. Falı bilgisayardaki şekil benzetmeleriyle bakmaya çalışan benim gibi insanlar pek bilemez. Kendimi bildim bileli hep merak etmişimdir fal bakmak acaba ilk ne zaman bulundu? Düşünsenize... Birisi ilk önce fincanı icat ediyor sonra kahveyi köpüklü köpüklü yapıyor, tabi tabağı da önceden icat ettiğinden dur diyor ben bir de bunu ters çevireyim bakayım ne çıkacak? Merak işte... Sonra çıkan şekilleri yorumluyor. Balık görüyor. Balık gördükten sonra başına bir kısmet geliyor. Sonra balık her görüldüğünde kısmet var demek oluyor. İlginç bir hikaye olurdu değil mi? Falın gerçekten nasıl çıktığını bilen biri varsa bana bir şekilde yazsın lütfen. İşte karşınızda benim gözümden maddelerle fal:
1) Felsefe: Fala inanma falsız da kalma: Bu atasözümüzü duyduğumda düşünüyorum. Madem inanmayacağım neden falsız kalamıyorum? Amacım ne? Falsız kalınca hayatımın akışı normal seyrinin dışında mı gelişecek? Böyle bir sürü soru oluşuyor kafamda.
Fala çok ümit bağlarız. Bazıları olayı öyle bir abartır ki istediği şeyi duyana kadar fal baktırmak ister. Genelde de bilindiği gibi çoğu falcının dedikleri birbirleriyle uyuşmaz. Bu yüzden ben düşündüm taşındım ve fal bakmanın şu işsizlik zamanında aslında kadınlara bir iş kolu olduğuna karar verdim. Bence bazıları için fal bakmanın özünde ticari bir iş var. İşsizliği de bir nebze azaltıyorlar. Bu yüzden de falcılara sahip çıkalım. Fal baktıralım; geleceğimizi öğrenmeye çalışalım.
2) Sen güzel fal bakıyormuşsun: Eğer böyle bir ün saldıysanız bittiniz demektir. Herkes bir kahve söyler muhabbet eşliğinde içersiniz, sonra mı? Fal bakmak zorunda kalırsınız! Çünkü siz bu iş için görevlendirildiniz. Sizin yaratılma amacınız bu! Herkes için fincana bakıp yorum yapmak zorundasınız; çünkü yapmazsanız size gücenirler ve bir anda soğuk davranmaya başlarlar. Bu yüzden de bir iki kelime söylemek en iyisidir. Hatta bu durumdan sıkılmış olanlara söyleyeyim; saçmalayın ki artık size inanmasınlar ve böyle bir istekte bulunmasınlar. Çünkü, bir kere ün saldınız mı dediğiniz herşey inandırıcı gelir ve yakanızı kurtaramazsınız.
3) Fincanı birbirine gösterip şaşırmak: Bir insan kahve falına baktığında ne görür? Tabiki kahverengi tortular. Bu kahverengi tortularla bir insan görüp üstüne esmer, kumral, sarışın gibi yorumlar yapmak nasıl olur? Ben çözemedim. Bence kahve falında her insana benzeyen şekil kumraldır. Çünkü kahverengidir. Şimdi içinizden ama açık kahverengi ise sarışındır diye geçirdiğinizi düşünüyorum. O zaman size bir soru kahve falında kızıllığı nasıl çözersiniz?
4) El falı bakmak: Bu eylem genelde yolda başınıza gelr. Bir çingene siz önünden geçerken arkanızdan seslenir: "O seni seviyor!" Sizin bu durum öyle bir hoşunuza gider ki arkanıza dönüp kimin söylediğine bakarsınız ve şu manzarayla karşılaşırsınız. Pembe giymiş tombul mu tombul bir çingene bakıyor ve şöyle diyor: "Abe, gel el falına bakayım." O sırada bir hiç beklemediğiniz kadar kibar bir çingene ile karşı karşıya kalırsınız; ama maksatı sizden üç beş kuruş para koparmaktır. Siz de o sıradaki psikolojinize bağlı olaraktan elinizi açarsınız ya da açmazsınız; ama açmazsanız ya da açtığınızda güzel bir para vermezseniz karşılaşacağınız manzara şudur: Size dil çıkaran ve belki de hayatınızda o ana kadar duymadığınız küfürler eden bir cadı! Sorarım size az önceki kibar çingeneye ne oldur? İçine kötü ruhlar mı kaçtı? Bunlar dışında şöyle türleri de vardır bu çingenelerin: verdiğiniz paraya göre moral satın alırsınız. Bol para bol kısmettir, az para çok aksiliktir. Bu yüzden de çingenelere bir daha fal baktırmadan düşünün derim.
Son olarak eklemek istedim. Bu endüstriyi duyduğum kadarıyla baya ilerletmişler; artık kahve içmenize gerek yok öyle siteler var ki tıkladığınızda hemen falı yorumlayabiliyor. İnanmak size kalmış. Eeeee ne demişler fala inanma falsız da kalma...
1) Felsefe: Fala inanma falsız da kalma: Bu atasözümüzü duyduğumda düşünüyorum. Madem inanmayacağım neden falsız kalamıyorum? Amacım ne? Falsız kalınca hayatımın akışı normal seyrinin dışında mı gelişecek? Böyle bir sürü soru oluşuyor kafamda.
Fala çok ümit bağlarız. Bazıları olayı öyle bir abartır ki istediği şeyi duyana kadar fal baktırmak ister. Genelde de bilindiği gibi çoğu falcının dedikleri birbirleriyle uyuşmaz. Bu yüzden ben düşündüm taşındım ve fal bakmanın şu işsizlik zamanında aslında kadınlara bir iş kolu olduğuna karar verdim. Bence bazıları için fal bakmanın özünde ticari bir iş var. İşsizliği de bir nebze azaltıyorlar. Bu yüzden de falcılara sahip çıkalım. Fal baktıralım; geleceğimizi öğrenmeye çalışalım.
2) Sen güzel fal bakıyormuşsun: Eğer böyle bir ün saldıysanız bittiniz demektir. Herkes bir kahve söyler muhabbet eşliğinde içersiniz, sonra mı? Fal bakmak zorunda kalırsınız! Çünkü siz bu iş için görevlendirildiniz. Sizin yaratılma amacınız bu! Herkes için fincana bakıp yorum yapmak zorundasınız; çünkü yapmazsanız size gücenirler ve bir anda soğuk davranmaya başlarlar. Bu yüzden de bir iki kelime söylemek en iyisidir. Hatta bu durumdan sıkılmış olanlara söyleyeyim; saçmalayın ki artık size inanmasınlar ve böyle bir istekte bulunmasınlar. Çünkü, bir kere ün saldınız mı dediğiniz herşey inandırıcı gelir ve yakanızı kurtaramazsınız.
3) Fincanı birbirine gösterip şaşırmak: Bir insan kahve falına baktığında ne görür? Tabiki kahverengi tortular. Bu kahverengi tortularla bir insan görüp üstüne esmer, kumral, sarışın gibi yorumlar yapmak nasıl olur? Ben çözemedim. Bence kahve falında her insana benzeyen şekil kumraldır. Çünkü kahverengidir. Şimdi içinizden ama açık kahverengi ise sarışındır diye geçirdiğinizi düşünüyorum. O zaman size bir soru kahve falında kızıllığı nasıl çözersiniz?
4) El falı bakmak: Bu eylem genelde yolda başınıza gelr. Bir çingene siz önünden geçerken arkanızdan seslenir: "O seni seviyor!" Sizin bu durum öyle bir hoşunuza gider ki arkanıza dönüp kimin söylediğine bakarsınız ve şu manzarayla karşılaşırsınız. Pembe giymiş tombul mu tombul bir çingene bakıyor ve şöyle diyor: "Abe, gel el falına bakayım." O sırada bir hiç beklemediğiniz kadar kibar bir çingene ile karşı karşıya kalırsınız; ama maksatı sizden üç beş kuruş para koparmaktır. Siz de o sıradaki psikolojinize bağlı olaraktan elinizi açarsınız ya da açmazsınız; ama açmazsanız ya da açtığınızda güzel bir para vermezseniz karşılaşacağınız manzara şudur: Size dil çıkaran ve belki de hayatınızda o ana kadar duymadığınız küfürler eden bir cadı! Sorarım size az önceki kibar çingeneye ne oldur? İçine kötü ruhlar mı kaçtı? Bunlar dışında şöyle türleri de vardır bu çingenelerin: verdiğiniz paraya göre moral satın alırsınız. Bol para bol kısmettir, az para çok aksiliktir. Bu yüzden de çingenelere bir daha fal baktırmadan düşünün derim.
Son olarak eklemek istedim. Bu endüstriyi duyduğum kadarıyla baya ilerletmişler; artık kahve içmenize gerek yok öyle siteler var ki tıkladığınızda hemen falı yorumlayabiliyor. İnanmak size kalmış. Eeeee ne demişler fala inanma falsız da kalma...
18 Temmuz 2010 Pazar
Kızılay mı dağıtıyor kardeş?
Moda... Bildiğiniz gibi her yıl moda değişir. Bir yıl metal rengi teknolojiyi andıran kıyafetler moda olmuşken diğer yıl 70'lerin modası geri dönebilir. Bir yıl tayt giyerken diğer yıl kendinizi bol ispanyol paça pantolon giyerken bulabilirsiniz. Herkes elinden geldiğince modayı takip etmeye çalışır; modayı takip etmeyen de şu cümleyi kurar:"Moda insanın kendine yakışanıdır." İnsandan insana değişir bu düşünceler. Bence önemli olan kendinizi nasıl rahat hissediyorsanız öyle giyinmenizdir. Bu gün anlatacağım konu modanın insanları nasıl tek düze hale getirdiğidir!!! Bazen yolda yürürken aynı ayakkabıyı giyen onlarca kişiye rastlayabiliyorum. İçimden şu soruyu sormak geçiyor: "Kızılay mı dağıtıyor kardeş?" İşte karşınızda maddelerle moda:
1) Teknoloji: Bir marka bir cep telefonu üretir. Bol bol da reklamını yapar; ama reklam stratejisi şöyle olur. Flash flash flash 5G teknolojili telefonlar yakında Türkiye'de daha satıma başlamadan stoklar tükendi. Almak istiyorsanız acele edin! Madem stoklar tükendi ben nasıl alacağım bu telefonu? Kesin çok da pahalıdır. 2 ay sonra zaten ucuzlayacak; ama o kadar reklamı yapıldı ya almak lazım. Cep telefonu olsun, mp3 çalar olsun ya da başka bir teknolojik alet olsun. Eğer çok reklamı yapıldıysa piyasaya sürüldükten 1 hafta sonra herkesin elinde görmeye başlarsınız. Benim anlamadığım şey ekonomik kriz nerede? Madem insanlar küçücük bir şeye bu kadar para yatırabiliyor, kriz yok demektir. O yüzden gönlünüz ferah olsun. Krizde değiliz! Mesela bir cep telefonu bumerang şeklinde üretilmiş. Özelliği; havaya atıyorsunuz sizin çekemeyeceğiniz bir açıyla fotoğraf çekiyor ve geri geliyor. Fiyatını duysanız dudağınız uçuklar. Benim aklıma gelen ilk soru: Ben bir cep telefonuna o kadar para verdikten sonra havaya fırlatır mıyım? Bence cep telefonlarına gereğinden fazla özellik yüklüyorlar. Cep telefonunun özelliği adından da anlaşılacağı gibi cebe sığabilmeli, çantaya değil ve konuşmaya yaramalı, profesyonel videolar çekmeye değil.
2)Ayakkabı ve kıyafet: Normalde moda olmadan bir ayakkabı gördünüz diyelim hiç beğenmediniz. Bunu giyen insanlar var mı diye düşünürken çok sevilen bir ünlü giydi. Sonra bir anda baktınız herkes o ayakkabıyı satın almaya başlamış. Ben hayatta almam derken, göz o ayakkabıyı insanların ayaklarında göre göre alışmış ve bir bakmışsınız gözünüze hoş gelmeye başlamış. Kendinizi bir ayakkabıcıda bulmuşsunuz ve o ayakkabıyı siz de satın almışsınız. Buna sürü psikolojisi denir. Şimdi mantık şu olmalıdır: Sürüden ayrılanı kurtlar yer mi? Yoksa sürüyle takılıp hiç bir fark yaratmadan yaşamaya devam mı edersiniz? Hani okula giderken hep şikayet ettiğimiz şey forma giymekti. Aynı pantalon, gömlek ya da etek. Herkes tek düze. Fabrikadan çıkmış gibi. Eeeee moda da bize aslında cicili bicili formalar giydirmiyor mu? Bence bir ürünü almadan önce kendinizi bir irdeleyin. Gerçekten kullanmak istediğiniz bir ürün mü?
3)Mekan: Mekanlar... Burada mekan derken demek istediğim bir gece klübü ya da kafe olabilir. Bir yıl bir yer çok doluyken diğer yıl çalışanlar sinek avlıyo olabilirler. Bu tamamen sürü psikolojisinin sonucudur. Bir yıl o mekan çok hoş gelmiştir; çünkü yeni açılmıştır, gizemlidir ve çok iyi reklamını yapmışlardır. O yıl gittiğinizde yer bile bulamayabilirsiniz; gitmeden önce rezervasyon yaptırmanız gerekmektedir. Benim anlamadığım şey de şuradan gelir. Fazla kalabalık insanı rahatsız etmez mi? Gürültülü bir ortamda tıkış tıkış bir yerde sadece insanların çapı kadar yer kaplayabildiği bir yerde nasıl eğlenilebilir ki? Eğlence anlayışı insanların sevdikleri arkadaşlarıyla beraber güzelce oturup muhabbet ettikleri yer olmalıdır. Çok gürültülü bir ortama gittiğinizde ne muhabbet edebilirsiniz, ne telefonla konuşabilirsiniz ne dans edebilirsiniz, ne de tuvalete gidebilirsiniz. Evet tuvalete bile gidemezsiniz; çünkü oraya gitmek tam bir işkencedir. Oraya gidene kadar yaşayacağınız olaylar sırası ile onlarca insana çarpmak olur, gittiğinize de pişman olursunuz ve o yer moda mekan olduğu için çok kalabalık olduğundan tuvalette bile sıra vardır. Bekle bakalım nereye kadar bekleyebiliyorsun? Bir de bu yerinden ayrılma olayının riski vardır. Geri döndüğünde bakalım aynı yer hala boş bir biçimde seni bekliyor mu? Bu planlamaları çok iyi yapmak lazım. Hala modaya uymak istediğinizden emin misiniz?
Bu yazımda sadece moda hakkında aslında modanın insanlar üzerinde yarattığı etki hakkında bir serzenişte bulunmak istedim. Benim gözümde moda; insanların fabrikadan çıkmış gibi tek düze davranış göstermeleridir. Yaptığınız her davranışta huzur bulmanız dileğiyle.
1) Teknoloji: Bir marka bir cep telefonu üretir. Bol bol da reklamını yapar; ama reklam stratejisi şöyle olur. Flash flash flash 5G teknolojili telefonlar yakında Türkiye'de daha satıma başlamadan stoklar tükendi. Almak istiyorsanız acele edin! Madem stoklar tükendi ben nasıl alacağım bu telefonu? Kesin çok da pahalıdır. 2 ay sonra zaten ucuzlayacak; ama o kadar reklamı yapıldı ya almak lazım. Cep telefonu olsun, mp3 çalar olsun ya da başka bir teknolojik alet olsun. Eğer çok reklamı yapıldıysa piyasaya sürüldükten 1 hafta sonra herkesin elinde görmeye başlarsınız. Benim anlamadığım şey ekonomik kriz nerede? Madem insanlar küçücük bir şeye bu kadar para yatırabiliyor, kriz yok demektir. O yüzden gönlünüz ferah olsun. Krizde değiliz! Mesela bir cep telefonu bumerang şeklinde üretilmiş. Özelliği; havaya atıyorsunuz sizin çekemeyeceğiniz bir açıyla fotoğraf çekiyor ve geri geliyor. Fiyatını duysanız dudağınız uçuklar. Benim aklıma gelen ilk soru: Ben bir cep telefonuna o kadar para verdikten sonra havaya fırlatır mıyım? Bence cep telefonlarına gereğinden fazla özellik yüklüyorlar. Cep telefonunun özelliği adından da anlaşılacağı gibi cebe sığabilmeli, çantaya değil ve konuşmaya yaramalı, profesyonel videolar çekmeye değil.
2)Ayakkabı ve kıyafet: Normalde moda olmadan bir ayakkabı gördünüz diyelim hiç beğenmediniz. Bunu giyen insanlar var mı diye düşünürken çok sevilen bir ünlü giydi. Sonra bir anda baktınız herkes o ayakkabıyı satın almaya başlamış. Ben hayatta almam derken, göz o ayakkabıyı insanların ayaklarında göre göre alışmış ve bir bakmışsınız gözünüze hoş gelmeye başlamış. Kendinizi bir ayakkabıcıda bulmuşsunuz ve o ayakkabıyı siz de satın almışsınız. Buna sürü psikolojisi denir. Şimdi mantık şu olmalıdır: Sürüden ayrılanı kurtlar yer mi? Yoksa sürüyle takılıp hiç bir fark yaratmadan yaşamaya devam mı edersiniz? Hani okula giderken hep şikayet ettiğimiz şey forma giymekti. Aynı pantalon, gömlek ya da etek. Herkes tek düze. Fabrikadan çıkmış gibi. Eeeee moda da bize aslında cicili bicili formalar giydirmiyor mu? Bence bir ürünü almadan önce kendinizi bir irdeleyin. Gerçekten kullanmak istediğiniz bir ürün mü?
3)Mekan: Mekanlar... Burada mekan derken demek istediğim bir gece klübü ya da kafe olabilir. Bir yıl bir yer çok doluyken diğer yıl çalışanlar sinek avlıyo olabilirler. Bu tamamen sürü psikolojisinin sonucudur. Bir yıl o mekan çok hoş gelmiştir; çünkü yeni açılmıştır, gizemlidir ve çok iyi reklamını yapmışlardır. O yıl gittiğinizde yer bile bulamayabilirsiniz; gitmeden önce rezervasyon yaptırmanız gerekmektedir. Benim anlamadığım şey de şuradan gelir. Fazla kalabalık insanı rahatsız etmez mi? Gürültülü bir ortamda tıkış tıkış bir yerde sadece insanların çapı kadar yer kaplayabildiği bir yerde nasıl eğlenilebilir ki? Eğlence anlayışı insanların sevdikleri arkadaşlarıyla beraber güzelce oturup muhabbet ettikleri yer olmalıdır. Çok gürültülü bir ortama gittiğinizde ne muhabbet edebilirsiniz, ne telefonla konuşabilirsiniz ne dans edebilirsiniz, ne de tuvalete gidebilirsiniz. Evet tuvalete bile gidemezsiniz; çünkü oraya gitmek tam bir işkencedir. Oraya gidene kadar yaşayacağınız olaylar sırası ile onlarca insana çarpmak olur, gittiğinize de pişman olursunuz ve o yer moda mekan olduğu için çok kalabalık olduğundan tuvalette bile sıra vardır. Bekle bakalım nereye kadar bekleyebiliyorsun? Bir de bu yerinden ayrılma olayının riski vardır. Geri döndüğünde bakalım aynı yer hala boş bir biçimde seni bekliyor mu? Bu planlamaları çok iyi yapmak lazım. Hala modaya uymak istediğinizden emin misiniz?
Bu yazımda sadece moda hakkında aslında modanın insanlar üzerinde yarattığı etki hakkında bir serzenişte bulunmak istedim. Benim gözümde moda; insanların fabrikadan çıkmış gibi tek düze davranış göstermeleridir. Yaptığınız her davranışta huzur bulmanız dileğiyle.
15 Temmuz 2010 Perşembe
Bu yazıyı 10 kere okursan bütün dileklerin gerçekleşecek...
Bu ara çok başıma gelmese de eskiden modaydı: Bir e-posta ya da cep telefonu mesajıyla bir yazı gelirdi; şimdi bir dilek tut; eğer bu yazıyı 10 kişiye yollarsan bu dileğin gerçekleşecek yazardı. Altında da bir ek not: "Ben yaptım oldu!" benim kendi düşüncem o dilek olmadı. Eğer dileği bunu 10 kişiye yollamayı diliyorum ise gerçeklemiştir o ayrı bir mesele. Bana oldum olası bu olay çok saçma geldi. Anlayamadığım şey de yapanın ne amaçla yaptığıdır? Ne kârı vardır böyle bir yazıdan? Ego mu tatmin etmek istemektedir? Düşüncesi: "hehe abi geçende bir yazı yolladım 10 kişiye yolla dileklerin gerçekleşecek diye; 1 milyon kişiye yollanmış." Artık özgeçmişine de yazar; şirketler de o kişiyi kapar. Düşünsenize bir yazı okuyorsunuz şöyle yazıyor: "Bu yazıyı amuda kalkarken okursan ve bir yandan da kafanı kaşırsan bütün dileklerin gerçekleşecek, ben yaptım oldu!" Benim bu maile tepkim o arkadaşı hayatımdan çıkarmak olurdu. Maddelerle zaman kaybettirecek yazılar:
1) Sevdiğiniz hayvanları istediğiniz şekilde sıralayınız: Bu yazının konsepti şudur: 5 tane hayvan vardır. At, köpek, domuz vb. gibi. Siz de bir sıraya sokarsınız. Bu da genelde sevdiğiniz hayvandan sevmediğinize göre olur. Sonra aşağıda yazar atı öne koyduysanız ailenize daha fazla önem veriyorsunuz. Domuz öndeyse para sizin hayatınızda ön planda. Eeee? Yani? Ben bunları zaten biliyorum sen bana gelecekten haber ver! Bilmediğim hiç bir şey söylemedin bana. Zaten bu test sonucunda çıkacak sonuçları bilmiyorsanız sizin kendinizden haberiniz yok demektir. O yüzden bu test faydalı olabilir; kendinizi öğrenmiş olursunuz.
2) Numaralandırma: Bu yazılarda da numaralar vardır. Numaralara göre hayatınızdaki insanların isimlerini yazarsınız. Sonra aşağıda numaraların karşılıkları vardır. 1 numara hayatınızdaki en önemli kişiyi temsil eder; 5 numara sizden hiç hoşlanmıyor. Ne olacak şimdi? O sizden "güya" hoşlanmayan insanla ilişkinizi mi keseceksiniz? Düşünsenize o kişinin karşısına çıkıyorsunuz; geçende bir test yaptım sen benden hoşlanmıyormuşsun. Kusura bakma artık seninle görüşmek istemiyorum. Buraya kadarmış. Anlaşıldığı üzere bu testler hayatınızı ilginç bir biçimde etkileyebilir. Lütfen çok dikkatli olun. Tehlikenin farkında mısınız?
3) Renklere göre ayırma: Renklere göre tanıdığınız insanların isimlerini veriyorsunuz. Sonra o renkler size o insanın hayatınızdaki önemini söylüyor. Sarı ise çok seviyorsunuz. Mavi ise çok güveniyorsunuz. Turuncu ise çok iyi kankasınız, yanınızdan ayırmayın. Kırmızı ise kullanıyorsunuz süper bir ilişkiniz var. Yani? Şimdi hayatımın anlamını mı çözdüm? Çok yardımcı olan bir testti gerçekten de. Lütfen gördüğünüz an silin o yazıları.
4) Dergilerdeki kişilik belirleme testleri: Bu testleri tamamen derginin sayfa sayısını tutturabilmek için yaptıklarını düşünüyorum. Bana göre hiç bir getirisi yok. Düşünsenize bir testte oturuyorsunuz hesap yapıyorsunuz her soruda a,b,c gibi şıklar var ve hepsinin değerleri de farklı. Elinizde hesap makinesi bir sürü zaman harcıyorsunuz testin sonucu şöyle geliyor: "Çok sakin bir insansınız artık hareketlenin. Geceleri dışarı çıkın, arkadaş ortamlarına katılın." O kadar uğraşın sonunda böyle bir cevap gelirse ben o dergiyi mahkemeye veririm. Benimle dalga mı geçiyor diye.
5) Hangi şarkısınız?: Az önce karşılaştım bu testle de. Bir test yapıyorsunuz ve sizin şarkınız çıkıyor. Siz o şarkısınız! Düşünsenize testi yapıyorsunuz ve şöyle bir cevapla karşılaşıyorsunuz: "İsmail YK: Allah Belanı Versin" şaka gibi olurdu. İyice bir düşünün böyle testleri yapmadan önce; nasıl bir sonuçlar karşılacağınızı bilemezsiniz ve moraliniz bozulabilir.
Bu yazıdaki düşüncelerime belki katılırsınız belki katılmazsınız; ama umarım ki bu yazım sizin için okuduğunuzda zaman kaybettirecek bir yazı olmamıştır. Ayrıca eklemek isterim eğer bir lamba bulursanız ovalayın. Ovaladığınızda içinde sizin dileklerinizi gerçekleştirmek isteyen bir cin çıkarsa ve 3 dilek hakkı sunarsa ondan şunu dileyin:" Bütün dileklerimin gerçekleşmesini diliyorum."Bu zamana kadar çok yazı okudum hiçkimse de böyle bir cevap vermemiştir. İlginç...
1) Sevdiğiniz hayvanları istediğiniz şekilde sıralayınız: Bu yazının konsepti şudur: 5 tane hayvan vardır. At, köpek, domuz vb. gibi. Siz de bir sıraya sokarsınız. Bu da genelde sevdiğiniz hayvandan sevmediğinize göre olur. Sonra aşağıda yazar atı öne koyduysanız ailenize daha fazla önem veriyorsunuz. Domuz öndeyse para sizin hayatınızda ön planda. Eeee? Yani? Ben bunları zaten biliyorum sen bana gelecekten haber ver! Bilmediğim hiç bir şey söylemedin bana. Zaten bu test sonucunda çıkacak sonuçları bilmiyorsanız sizin kendinizden haberiniz yok demektir. O yüzden bu test faydalı olabilir; kendinizi öğrenmiş olursunuz.
2) Numaralandırma: Bu yazılarda da numaralar vardır. Numaralara göre hayatınızdaki insanların isimlerini yazarsınız. Sonra aşağıda numaraların karşılıkları vardır. 1 numara hayatınızdaki en önemli kişiyi temsil eder; 5 numara sizden hiç hoşlanmıyor. Ne olacak şimdi? O sizden "güya" hoşlanmayan insanla ilişkinizi mi keseceksiniz? Düşünsenize o kişinin karşısına çıkıyorsunuz; geçende bir test yaptım sen benden hoşlanmıyormuşsun. Kusura bakma artık seninle görüşmek istemiyorum. Buraya kadarmış. Anlaşıldığı üzere bu testler hayatınızı ilginç bir biçimde etkileyebilir. Lütfen çok dikkatli olun. Tehlikenin farkında mısınız?
3) Renklere göre ayırma: Renklere göre tanıdığınız insanların isimlerini veriyorsunuz. Sonra o renkler size o insanın hayatınızdaki önemini söylüyor. Sarı ise çok seviyorsunuz. Mavi ise çok güveniyorsunuz. Turuncu ise çok iyi kankasınız, yanınızdan ayırmayın. Kırmızı ise kullanıyorsunuz süper bir ilişkiniz var. Yani? Şimdi hayatımın anlamını mı çözdüm? Çok yardımcı olan bir testti gerçekten de. Lütfen gördüğünüz an silin o yazıları.
4) Dergilerdeki kişilik belirleme testleri: Bu testleri tamamen derginin sayfa sayısını tutturabilmek için yaptıklarını düşünüyorum. Bana göre hiç bir getirisi yok. Düşünsenize bir testte oturuyorsunuz hesap yapıyorsunuz her soruda a,b,c gibi şıklar var ve hepsinin değerleri de farklı. Elinizde hesap makinesi bir sürü zaman harcıyorsunuz testin sonucu şöyle geliyor: "Çok sakin bir insansınız artık hareketlenin. Geceleri dışarı çıkın, arkadaş ortamlarına katılın." O kadar uğraşın sonunda böyle bir cevap gelirse ben o dergiyi mahkemeye veririm. Benimle dalga mı geçiyor diye.
5) Hangi şarkısınız?: Az önce karşılaştım bu testle de. Bir test yapıyorsunuz ve sizin şarkınız çıkıyor. Siz o şarkısınız! Düşünsenize testi yapıyorsunuz ve şöyle bir cevapla karşılaşıyorsunuz: "İsmail YK: Allah Belanı Versin" şaka gibi olurdu. İyice bir düşünün böyle testleri yapmadan önce; nasıl bir sonuçlar karşılacağınızı bilemezsiniz ve moraliniz bozulabilir.
Bu yazıdaki düşüncelerime belki katılırsınız belki katılmazsınız; ama umarım ki bu yazım sizin için okuduğunuzda zaman kaybettirecek bir yazı olmamıştır. Ayrıca eklemek isterim eğer bir lamba bulursanız ovalayın. Ovaladığınızda içinde sizin dileklerinizi gerçekleştirmek isteyen bir cin çıkarsa ve 3 dilek hakkı sunarsa ondan şunu dileyin:" Bütün dileklerimin gerçekleşmesini diliyorum."Bu zamana kadar çok yazı okudum hiçkimse de böyle bir cevap vermemiştir. İlginç...
12 Temmuz 2010 Pazartesi
Üşenmek ya da Üşenmemek İşte Bütün Mesele Bu!
Yazının başlığından da anlaşılacağı gibi bu gün üşenmek üzerine bir yazı yazıyorum. Neden mi? Çünkü, ben belki de dünyanın en üşengeç insanlarından biriyimdir. Hoş bu yazıyı yazıyor olmak gerçekten yazarken zevk aldığımı gösterir, çünkü yazmaya üşenmedim. TDK'nın sözlüğünde üşenmek kelimesi şöyle açıklanıyor: Kendinde bir gevşeklik hissi duyarak, bir işi yapmaya istekli olmamak. Bu durum benim sık sık başıma gelir: Sabahları kalkmaya üşenirim, hatta gece uyumaya üşenirim. Bu kadar tembel bir insanımdır. Bu yüzden de hazır üşenmemişken üşenmekle alakalı bir yazı yazayım istedim. Maddelerle üşenmek karşınızda:
1) Zevk almadığı bir işi erteleyebildiği kadar ertelerler: Evet, belki şu anda kendimle alakalı bir sır veriyorum. Bu iş ne olursa olsun, eğer yapmak istemediğiniz bir iş ise son dakikaya kadar yapılmaz. Buna en güzel örnek ödev ve proje teslimlerimi söyleyebilirim. Çalışanlar için belki faturalamadır, belki sunum hazırlamadır, belki de bir projenin raporunu yazmaktır kimbilir. Bu illa ki bir iş ya da ödev için olacak değil ya hayattan da herhangi bir durum olabilir, mesela bulaşıkları yıkamak. Normalde bulaşıklar her yemek bittiğinde yıkansa aslında hiç birikme olmaz; ama üşengeç insanlar o kadar üşenirler ki mutfak tezgahında kullanılacak yer kalmayana kadar ya da tabaklar, bardaklar bitene kadar bulaşıkları yıkamazlar ve şöyle düşünürler; boşuna su masrafı bulaşıkları yıkamak acaba bunları atıp plastik tabak, çatal mı kullansam? İşte üşengeçlik böyle bir şey, yaratıcı fikirlere her zaman açık.
2) Çok yorgun olduklarında uyumaya bile üşenirler: Bir çelişki değil mi? Ama gerçek. Çünkü uyumanın da ister istemez bir prosedürü vardır. Makyajlıysa makyaj temizlenecek, dişler fırçalanacak, pijama giyilecek, yatak örtüsü kaldırılacak vs. vs. yorgun olduklarında bu işler gözlerinde o kadar büyür ki uyumasam mı acaba diye düşünürler ve birisi tetikleyene kadar da televizyon karşısında boş boş bakınırlar. Halbuki maksimum 15-20 dakikalarını ayırsalar yataklarında huzurlu ve mutlu bir biçimde uyuyabilirler, ama işte gözde büyüdü mü büyür? Bunları düşünmek yapmaktan daha yorucu gelir. Öyle ki bakarsınız sabah koltukta uyuyuvermiştir.
3) Üşenmeyenler anlamazlar: Üşenen insanı sadece üşenen insanlar anlarlar. Hani tok açın halinden anlamaz ya bu da o mesele gibi. Üşenmeyen insanlara gerçekten saygım var; bazıları öyle üşenmez ki kahve içmek için kilometlerce yol sarfedebilir. Bunu üşenen insana yaptıramazsınız malesef ve üşenmeyen insanlar da anlayamaz. "Neden?" derler. Nedeni çok basit, kahveyi evde de içebilirler, neden evden çıksınlar ki?. Hayattan zevk almıyor gibi görünebilirler; ama inanın çok fazla iş yapmamak için o kadar pratik çözümleri vardır ki üşenmeyenlerden daha fazla hayatlarını yaşarlar.
4) Mucittirler: Bu tamamen benim fikrim. Üşengeç insanların mucit olduğunu söylediğimde insanlar bana garip garip bakmışlardı. Durumu şöyle açıklayayım; üşengeç insanlar ne isterler? Minimum zamanda maksimum iş yapmak. Yani hayatı kolaylaştırmak yani kendilerine zaman ayırmak. Uzaktan kumandayı ele alalım. Sizce uzaktan kumandayı üşengeç bir insan mı icat etmiştir yoksa üşengeç olmayan mı? Bence üşengeç olmayanın aklından uzaktan kumanda fikri geçmemiştir. O yüzden diyorum ki üşengeç insanları koruyalım, kollayalım...
Yukarıda belirttiklerim sadece benim düşüncelerim. Üşenmeden yazdığım için bu anın mutluluğunu yaşamaktayım. Bu yazıyı buraya kadar üşenmeyip okuduğunuz için teşekkür ederim.
11 Temmuz 2010 Pazar
Pazartesi olduğuna göre diyete başlamalı...
Bu yazı başlığını görenler eminim hemen tıklamıştır. Zaten bunu okuduğunuza göre tıklamışsınızdır ve acaba ne yazıyor demektesinizdir? Eğer öyle değilse lütfen yazının devamını okumayın:) . Şaka bir yana ben bu yazıda şu diyeti bu diyeti uygulayın bak bunu yapan haftada 10 kg vermiş gibi şeyler yazmayacağım. Sadece okuyanı bazı gerçeklerle karşılaştırmak ve birkaç öneride bulunmak istedim. Kilo vermek isteyenlerin bazen düştüğü hataları maddelerle yazacağım:
1) Ünlü insanların diyetleri ünlü insanlara göredir, en iyisi bir diyestisyene gitmektir: Sibel Can Diyeti, Seda Sayan Diyeti vb. ünlüler nasıl kilo vermiş? Tamamen merak konusudur. Bir röportajlarında o sırları açıklaklar ve siz de ben de yapmalıyım ben de zayıflayabilirim kanısına varırsınız; ama gerçek hayat öyle değildir. O insanlar diyetisyene gitmişlerdir ve kendi bünyelerine göre bir diyet uygulamışlardır.Ya da bir yerde kiloları için özel işlemlerden geçmişlerdir vs. vs. Aslında açıklamalarının altındaki o önemli püf noktaları bilemeyiz; yani demek istediğim o ki o diyetler sizin için gerçekten de işe yarayacak diyetler değillerdir, gerçek ayrıntılarını bilmediğiniz sürece tabi ki... Bu yüzden de size bir tavsiyede bulunmak istedim. Kilo vermek için en sağlıklı çözümlerden biri diyetisyenin reçetesine uymaktır.
2) Ben diyet yapıyorum, bir diyet kola alayım: Şimdiiiiii... İlk önce bu diyalogun nerede geçtiğini yazayım. Fast food denilen hızlı yemek servisinin yapıldığı yerler, pizzacılar, tatlıcılar vs. vs. yani ne kadar kalorili yiyeceğin sunulduğu yer varsa oralarda olan bir konuşmadır. Orada bulunan çalışan sorar: "Buyrun ne alırsınız?" Kilo vermek isteyen cevap verir: "Orta boy pizza içecek olarak da diyet kola alayım bu ara yaz yaklaşıyor diyete başladım da". Sizce bu konuşma içinde bir çelişki yok mu? Kilo vermek isteyen insanın içeceklerinden önce yediklerine dikkat etmesi gerektiğini düşünüyorum.Tabi, gerçekten diyet kolayı seviyorsanız ona sözüm yok; ama o kadar yemeğin üstüne kilo almayayım diye diyet kola alıyorsanız kendinizi irdeleyin. Çünkü iki yüzlü davranıyorsunuz; bunu yapmanın anlamı yok. Ya hep ya hiç kuralını uygulayın. Ya salatı ve diyet kola alın ya da pizza ve normal kola.
3) Asansörler: Kilo vermek için yapılan diğer bir olay da diyet yapmak dışında spor yapmaktır. Koşu bandında koşulur, bisiklet sürülür, aerobik yapılır vs. vs. Pazartesi günleri kendi kendine söz verip başlarsınız muhtemelen salıya kadar da devam eder. Salıdan sonra üstünüze bir miskinlik çöker ve yarın devam ederim dersiniz. Ben bu davranışları biraz gözlemledim. Spor yapmaya giden bünyeler spordan çıktıktan sonra 1. kata bile asansörle çıkmaktadırlar. Bu da bir çelişki değil midir? Merdiven çıkmak da spor sayılır ve kasları yorar. Buradan spor yapanlara sesleniyorum; 1. kata merdivenle çıkın. Biliyorsunuz küresel iklim değişikliği diye bir doğal olay var fazladan elektrik harcamazsınız böylece doğaya da katkıda bulunmuş olursunuz.
4) Yedikçe zayıfla: Dergilerde, gazetelerde, çeşitli internet sitelerinde görüyorum. Bir başlık "Yedikçe Zayıfla". İnsan bir düşünüyor madem yedikçe zayıflanıyor obezler neden obez? Bir de o başlığın altında ek bilgi olarak şu cümleler geçiyor "Zayıflarken istediğiniz kadar istediğiniz gıdaları tüketin." Mantıklı olun ve lütfen inanmayın böyle şeylere. Yedikçe zayıflansaydı dünyada herkes zayıf olurdu, obezlik diye bir hastalık olmazdı. İnsanlar sadece yerlerdi ve kalp, kolestrol gibi sorunlar tavan yapardı.
Demem o ki isteyince olur. İşin sırrı bu. Eğer zayıflamayı kafaya takmışsanız; zaten sporunuzu yaparsınız ve zayıflarsınız. Benden tavsiye merdiven kullanın, yürüyün... Hareket edin... Üşenmeyin... Bana güvenin hem mutlu olursunuz hem de sağlıklı...
1) Ünlü insanların diyetleri ünlü insanlara göredir, en iyisi bir diyestisyene gitmektir: Sibel Can Diyeti, Seda Sayan Diyeti vb. ünlüler nasıl kilo vermiş? Tamamen merak konusudur. Bir röportajlarında o sırları açıklaklar ve siz de ben de yapmalıyım ben de zayıflayabilirim kanısına varırsınız; ama gerçek hayat öyle değildir. O insanlar diyetisyene gitmişlerdir ve kendi bünyelerine göre bir diyet uygulamışlardır.Ya da bir yerde kiloları için özel işlemlerden geçmişlerdir vs. vs. Aslında açıklamalarının altındaki o önemli püf noktaları bilemeyiz; yani demek istediğim o ki o diyetler sizin için gerçekten de işe yarayacak diyetler değillerdir, gerçek ayrıntılarını bilmediğiniz sürece tabi ki... Bu yüzden de size bir tavsiyede bulunmak istedim. Kilo vermek için en sağlıklı çözümlerden biri diyetisyenin reçetesine uymaktır.
2) Ben diyet yapıyorum, bir diyet kola alayım: Şimdiiiiii... İlk önce bu diyalogun nerede geçtiğini yazayım. Fast food denilen hızlı yemek servisinin yapıldığı yerler, pizzacılar, tatlıcılar vs. vs. yani ne kadar kalorili yiyeceğin sunulduğu yer varsa oralarda olan bir konuşmadır. Orada bulunan çalışan sorar: "Buyrun ne alırsınız?" Kilo vermek isteyen cevap verir: "Orta boy pizza içecek olarak da diyet kola alayım bu ara yaz yaklaşıyor diyete başladım da". Sizce bu konuşma içinde bir çelişki yok mu? Kilo vermek isteyen insanın içeceklerinden önce yediklerine dikkat etmesi gerektiğini düşünüyorum.Tabi, gerçekten diyet kolayı seviyorsanız ona sözüm yok; ama o kadar yemeğin üstüne kilo almayayım diye diyet kola alıyorsanız kendinizi irdeleyin. Çünkü iki yüzlü davranıyorsunuz; bunu yapmanın anlamı yok. Ya hep ya hiç kuralını uygulayın. Ya salatı ve diyet kola alın ya da pizza ve normal kola.
3) Asansörler: Kilo vermek için yapılan diğer bir olay da diyet yapmak dışında spor yapmaktır. Koşu bandında koşulur, bisiklet sürülür, aerobik yapılır vs. vs. Pazartesi günleri kendi kendine söz verip başlarsınız muhtemelen salıya kadar da devam eder. Salıdan sonra üstünüze bir miskinlik çöker ve yarın devam ederim dersiniz. Ben bu davranışları biraz gözlemledim. Spor yapmaya giden bünyeler spordan çıktıktan sonra 1. kata bile asansörle çıkmaktadırlar. Bu da bir çelişki değil midir? Merdiven çıkmak da spor sayılır ve kasları yorar. Buradan spor yapanlara sesleniyorum; 1. kata merdivenle çıkın. Biliyorsunuz küresel iklim değişikliği diye bir doğal olay var fazladan elektrik harcamazsınız böylece doğaya da katkıda bulunmuş olursunuz.
4) Yedikçe zayıfla: Dergilerde, gazetelerde, çeşitli internet sitelerinde görüyorum. Bir başlık "Yedikçe Zayıfla". İnsan bir düşünüyor madem yedikçe zayıflanıyor obezler neden obez? Bir de o başlığın altında ek bilgi olarak şu cümleler geçiyor "Zayıflarken istediğiniz kadar istediğiniz gıdaları tüketin." Mantıklı olun ve lütfen inanmayın böyle şeylere. Yedikçe zayıflansaydı dünyada herkes zayıf olurdu, obezlik diye bir hastalık olmazdı. İnsanlar sadece yerlerdi ve kalp, kolestrol gibi sorunlar tavan yapardı.
Demem o ki isteyince olur. İşin sırrı bu. Eğer zayıflamayı kafaya takmışsanız; zaten sporunuzu yaparsınız ve zayıflarsınız. Benden tavsiye merdiven kullanın, yürüyün... Hareket edin... Üşenmeyin... Bana güvenin hem mutlu olursunuz hem de sağlıklı...
7 Temmuz 2010 Çarşamba
Ev alma komşu al, park yeri al...
Apartmanda yaşamak aslında düşünülenden daha kompleks bir eylemdir. Apartmanda yaşamanın da belli başlı kuralları vardır. Şöyle özetlemek gerekir; odalar hücrelerdeki organellerdir, evler hücrelerdir ve apartmanlar hücrelerin birleşmesiyle oluşan organlardır. Hücrelerin de bilindiği gibi birbirleri içinde koordine olması gerekmektedir. Bu da apartmanda yaşayan insanların birbiri içinde uyumlu olması demektir. Şimdi maddelerle o uyumların nasıl olduğunu anlatacağım:
1) Asansörlerde sosyal olma fobisi: Malum artık nüfus çok arttığı için o eski komşuluk ilişkileri kalmadı. Normalde çok sosyal olan insanlar asansörde dilsizmiş gibi olurlar. Belki bir iyi günler çıkar ağızlarından. Belki onu bile söyleme nezaketinde bulunmazlar. Bir de ayna fobisi vardır. Normalde tek iken durmadan aynada saçını, üstünü başını düzelten kişiler birisi asansöre bindiğinde bırakın aynaya bakmayı bazıları saatine bile bakamazlar hareket etmekten korkarlar asansör düşecekmiş gibi davranırlar. Gözler asansörde değişen sayılara dikilmiştir. İstenilen kata bir türlü gelinmez sanki zaman durmuştur. El kol nerede durmalı gibi düşünceler geçer akıldan. Bir gerginlik bir stres. Halbuki orası sadece asansör. Kimse birbirini yemez orada. Korkacak bir şey yok. Bir de elektrik kesilirse ne olacak? Karanlıkta kalan yabancılar. O zaman daha bir gerginlik başlar. "Ne yapmalı? Konuşmaya kim başlasın acaba?" gibi içten bir sürü soru geçer. Elbette birisi başlar ve komşuluk da başlamış olur ve böylece bir anı olur. Benden tavsiye asansörde bir gülümsemenizi eksik etmeyin. Belki yeni dostluklar başlar belli mi olur?
2) Ev alma komşu al: Atalarımız zamanında böyle bir söz söylemişler. Çok da doğru demişler. Çok gürültü yapan bir komşunuz varsa inanın eviniz isterse dünyanın en güzel manzaralı yerinde olsun hiç bir değeri olmaz. Bu yüzden de bir eve geçmeden önce komşularla görüşmek gerekir. Bazı insanlar çok sosyaldir her hafta sonu parti verirler; ya siz bu işlerden hoşlanmazsanız! Her hafta sonu gürültü mü çekeceksiniz? Bu yüzden bu konuda çok dikkatli olmak gerekir ya da önleminizi alacaksınız kulak tıkacı almak gibi ya da tüfek alıp korkutmak da bir çözüm.
Gürültü yapanların dışında balkondan hayatında hiç kültablası görmemiş gibi davranan insanlar vardır.Bunlara artık diyecek söz bulamıyorum. Bu insanlar sigaralarının küllerini itina ile yere doğru savururlar ve bilin bakalım ne olur? Sizin balkonunuz kül içinde kalır ve çok büyük bir saygısızlığa uğramış olursunuz. Bir de halı çarpanları vardır. Bütün toz içeri girer hele bir de yaz ise tadından yenmez. O halının bütün tozu evin içinde buluverir bir anda kendini.
3) Park yeri sorunsalı: Artık yeni yapılan apartmanlara bodrum kat şeklinde park yeri yapıyorlar; park eskisi gibi sorun olmuyor; ama eski apartmanlar? Bazı apartmanlar yapılırken belki araba bile icat edilmemişti. Bu yüzden de park baya bir sorun olmaktadır. Bazılarının büyük arabaları vardır bazılarının küçük; önemli olan arabanın markası değil kullananın nasıl park ettiğidir. Bazı apartma sakinleri bütün park yeri tapulu malıymış gibi davranaraktan arabalarını neredeyse "3" arabanın park edecebileceği yere park ederler. Ben bunun normal park etmekten daha özel bir yetenek olduğunu düşünüyorum. Arabanın hacmini maksimum kullanmak demektir bu. Bu da emek ister. Benden size tavsiye artık bu rahatsızlığı küçük bir işlemle anlatabiliyorsunuz. Kötü park eden arabaların sileceklerini kaldırın. Kesinlikle işe yarayan bir yöntem.
4) Dairelerin kapılarının önü: Buralarda genelde paspaslar bulunur. İşte ayakkabının altı çamurlusuysa çamuru gitsin gibilerinden. Bazıları işi abartır; kapının önü de benimdir felsefesi ile yaşar. Ne kadar ayakkabısı varsa kapının önünde bırakır. Siz kapının önünden geçerken küçük zıplayışlarla geçersiniz; hoş size de spor olur. Tabi spor yapmak ister misiniz o da ayrı konu? Lütfen bu konuda hassas olalım. Kapının iç tarafında çok güzel dolaplar olabiliyor ayakkabılar için. Onları kullanalım.
5) Ev içinde yapılan çalışmalar: Hiç kimse matkap sesinden hoşlanmaz. Bu konuda anlaşalım. Bu yüzden de pazar günleri sabahın erken saatlerinde lütfen duvar delme gibi işlemlere girmeyin. Çünkü, insanlar uyuyo olabilir? Duvar kaçacak değil ya. O yüzden lütfen bekleyin öğleden sonrası saatlerinde yapın. Gerçekten çok içten bir ricadır bu.
Aynı çatıda yaşamak da belli başlı sorumluluklar gerektirir. Lütfen size yapılmasını istemediğiniz şeyleri siz de başkasına yapmayın.
1) Asansörlerde sosyal olma fobisi: Malum artık nüfus çok arttığı için o eski komşuluk ilişkileri kalmadı. Normalde çok sosyal olan insanlar asansörde dilsizmiş gibi olurlar. Belki bir iyi günler çıkar ağızlarından. Belki onu bile söyleme nezaketinde bulunmazlar. Bir de ayna fobisi vardır. Normalde tek iken durmadan aynada saçını, üstünü başını düzelten kişiler birisi asansöre bindiğinde bırakın aynaya bakmayı bazıları saatine bile bakamazlar hareket etmekten korkarlar asansör düşecekmiş gibi davranırlar. Gözler asansörde değişen sayılara dikilmiştir. İstenilen kata bir türlü gelinmez sanki zaman durmuştur. El kol nerede durmalı gibi düşünceler geçer akıldan. Bir gerginlik bir stres. Halbuki orası sadece asansör. Kimse birbirini yemez orada. Korkacak bir şey yok. Bir de elektrik kesilirse ne olacak? Karanlıkta kalan yabancılar. O zaman daha bir gerginlik başlar. "Ne yapmalı? Konuşmaya kim başlasın acaba?" gibi içten bir sürü soru geçer. Elbette birisi başlar ve komşuluk da başlamış olur ve böylece bir anı olur. Benden tavsiye asansörde bir gülümsemenizi eksik etmeyin. Belki yeni dostluklar başlar belli mi olur?
2) Ev alma komşu al: Atalarımız zamanında böyle bir söz söylemişler. Çok da doğru demişler. Çok gürültü yapan bir komşunuz varsa inanın eviniz isterse dünyanın en güzel manzaralı yerinde olsun hiç bir değeri olmaz. Bu yüzden de bir eve geçmeden önce komşularla görüşmek gerekir. Bazı insanlar çok sosyaldir her hafta sonu parti verirler; ya siz bu işlerden hoşlanmazsanız! Her hafta sonu gürültü mü çekeceksiniz? Bu yüzden bu konuda çok dikkatli olmak gerekir ya da önleminizi alacaksınız kulak tıkacı almak gibi ya da tüfek alıp korkutmak da bir çözüm.
Gürültü yapanların dışında balkondan hayatında hiç kültablası görmemiş gibi davranan insanlar vardır.Bunlara artık diyecek söz bulamıyorum. Bu insanlar sigaralarının küllerini itina ile yere doğru savururlar ve bilin bakalım ne olur? Sizin balkonunuz kül içinde kalır ve çok büyük bir saygısızlığa uğramış olursunuz. Bir de halı çarpanları vardır. Bütün toz içeri girer hele bir de yaz ise tadından yenmez. O halının bütün tozu evin içinde buluverir bir anda kendini.
3) Park yeri sorunsalı: Artık yeni yapılan apartmanlara bodrum kat şeklinde park yeri yapıyorlar; park eskisi gibi sorun olmuyor; ama eski apartmanlar? Bazı apartmanlar yapılırken belki araba bile icat edilmemişti. Bu yüzden de park baya bir sorun olmaktadır. Bazılarının büyük arabaları vardır bazılarının küçük; önemli olan arabanın markası değil kullananın nasıl park ettiğidir. Bazı apartma sakinleri bütün park yeri tapulu malıymış gibi davranaraktan arabalarını neredeyse "3" arabanın park edecebileceği yere park ederler. Ben bunun normal park etmekten daha özel bir yetenek olduğunu düşünüyorum. Arabanın hacmini maksimum kullanmak demektir bu. Bu da emek ister. Benden size tavsiye artık bu rahatsızlığı küçük bir işlemle anlatabiliyorsunuz. Kötü park eden arabaların sileceklerini kaldırın. Kesinlikle işe yarayan bir yöntem.
4) Dairelerin kapılarının önü: Buralarda genelde paspaslar bulunur. İşte ayakkabının altı çamurlusuysa çamuru gitsin gibilerinden. Bazıları işi abartır; kapının önü de benimdir felsefesi ile yaşar. Ne kadar ayakkabısı varsa kapının önünde bırakır. Siz kapının önünden geçerken küçük zıplayışlarla geçersiniz; hoş size de spor olur. Tabi spor yapmak ister misiniz o da ayrı konu? Lütfen bu konuda hassas olalım. Kapının iç tarafında çok güzel dolaplar olabiliyor ayakkabılar için. Onları kullanalım.
5) Ev içinde yapılan çalışmalar: Hiç kimse matkap sesinden hoşlanmaz. Bu konuda anlaşalım. Bu yüzden de pazar günleri sabahın erken saatlerinde lütfen duvar delme gibi işlemlere girmeyin. Çünkü, insanlar uyuyo olabilir? Duvar kaçacak değil ya. O yüzden lütfen bekleyin öğleden sonrası saatlerinde yapın. Gerçekten çok içten bir ricadır bu.
Aynı çatıda yaşamak da belli başlı sorumluluklar gerektirir. Lütfen size yapılmasını istemediğiniz şeyleri siz de başkasına yapmayın.
5 Temmuz 2010 Pazartesi
Açım, Öyleyse Yiyorum!
Herkes bana yemek yemiyor musun, nasıl bu kadar zayıf kalabiliyorsun gibi sorular sorar. "Ayy rüzgar esse uçacaksın" espirilerine çok mağruz kalmışımdır. Bu yüzden de bu gün böyle bir yazı yazmaya karar verdim; ailemi temize çıkarmak açısından. Çünkü onlar yemek yerken sen yeme demiyorlar bana aksine hadi kızım şurdan da alsana yesene diyorlar. Yani demem o ki ben tok evin aç çocuğuyum; lütfen zayıflığımı aileme bağlamayın. Kendi görüşlerimle insanları nasıl kategorize ettiğimi anlatacağım. İnsanlar bence 2'ye ayrılır; bir kısmı yemek için yaşayanlar diğer kısım ise yaşamak için yiyenler.Bu cümleyi okurken kendinizi hemen bir grup içine koyduğunuzu düşünüyorum. Bakalım doğru tarafta mısınız? Ayrıntılarla açıklamak gerekirse...
1)Yemek için yaşayanlar: Bu grubun nüfusu tahminim diğer gruptan kat kat fazladır. Bu insanların çoğunun çok güzel yemek zevkleri vardır. Çünkü yemek yemekten zevk alırlar; yemek yemeyi beklerler, doymak istemezler yani o güzel tatlarla geçirilen anlar bitmesin isterler; ama hep biter. Bazı yemeyi çok seven insanlar benim doyma duyum yok dese de kimse fazla yemek yemekten patlayarak ölmemiştir. Bunun farkına varmak lazım.
Yemek için yaşayan insanlar yemek konusunda kültürlüdürler. Hatta bazıları hiç eğitim almamış olsa da kendilerinin gurme olduğunu iddia ederler.Bu insanlar her türlü sosu, meyveyi,sebzeyi,balığı bilirler. Öyle ki bir yemek yeme yerine gittiğinizde yemeği beğenmeyip geri gönderebilir ve şöyle bir cümle kurabilir: "Ben az pişmiş demiştim ve bu sos bu ete olmamış, şefinize söyler misiniz lütfen?". Geri giden yemek genelde ters çevrilip üstüne biraz yağ eklenmiş halidir. Yağ ve tuz yemeğe tat katar ya bir de işin psikolojik yanı olunca et kömür bile olsa artık gözde az pişmiştir.
Yemek için yaşayan insanlar yaşamak için yiyen insanlara göre hiç üşengeç değildirler. Çünkü gecenin bir yarısında kalkıp patates kızartabilirler, puding, kek gibi gıdaları hazırlarlar. Bu da gerçekten yemek için yaşadıklarının göstergesidir. Başka nasıl açıklayabilirim bilmiyorum. Tabi üşengeç olmadıkları ve zamanlarını çoğunlukla mutfakta geçirdikleri için çok beceriklidiler. Takdir ederim hatta kıskanırım; ama yetenek meselesi gerçekten de.
Şimdi gelelim yaşamak için yiyenlere.
2)Yaşamak için yiyenler: Bu grup insanların da amacı yaşamaya devam etmek için yemek yemektir. Yemek yemekten zevk almazlar. Yemek seçerler ve çok nadir sevdikleri yemek vardır. Çoğunlukla yemek yemedikleri için zayıftırlar, tırnaklarının üstünde vitaminsizliğe bağlı olarak beyaz beyaz çizgiler vardır ve malesef kansızdırlardır da. Bunlara rağmen mutlu mesut yaşarlar. Mümkün olsa yemeklerin bir hapa sıkıştırılmasını isterler. Yemek yememe yüzünden yaşadıkları en büyük sorunlardan biri kışın ısınmakta çok güçlük çekmeleridir; ama buna karşılık da yazın rahat ederler.
Bir çok insan yaşamak için yiyen grubuna zayıf oldukları için gıpta etseler de bir kaç olumsuz yanını gösterdikten sonra eskisi gibi düşünmeyeceklerini umuyorum.
Misafirliğe bir yere gidildiğinde orada anaç bir insan varsa bu yaşamak için yiyen insana acıyın. O teyze "aaaa sen ne kadar zayıfsın ailen seni yedirmiyor mu? O tabaktakilerin hepsi bitecek. Sen benim yanımda 1 ay kal bak nasıl kilo alırsın" der. Tabi hatır gönül işi hayır demenize rağmen o tabaktakilerin çoğu psikolojik işkence ile biter. Sonra da kendinizi kötü hissedersiniz.
Bu grup çok yemek yemediği için genelde bir yerden normal insanların yediği kadar yemek sipariş ettiğinde tabakta biraz bırakırlar. Hemen espiritüel bir arkadaş devreye girer: "Hehe ben senin artıklarınla doyardım ki keşke yemek söylemeseydim!". Buna da alışmışsınızdır tepki vermezsiniz. Bu grup insansanız size önerim çocuk menüleri gayet iyi seçimlerdir. Ne sos olur ne de baharat. Çünkü yaşamak için yiyenler ellerinden geldiğince yemekleri sade isterler örnek vermek gerekirse bazıları ketçap, mayonez bile sevmezler.
Bu insanlar yemek için yaşayanlara göre daha beceriksizdirler. Çünkü mutfakta geçirilen zamanı boşa geçen bir zaman olarak düşünürler; bu yüzden de güzel yemek yapamazlar. Bu da onları daha da hayattan soğuttuğundan evlerine yakın yeme yerlerindeki telefon numaralarını bilirler ve ekonomik durumları müsade ettiğince dışarıdan yemek ısmarlar.
Sonuç olarak, iki insan türünün de birbirine göre olumlu ve olumsuz yanları vardır. Lütfen "keşke karşı türden olsaydım" demeyin...
1)Yemek için yaşayanlar: Bu grubun nüfusu tahminim diğer gruptan kat kat fazladır. Bu insanların çoğunun çok güzel yemek zevkleri vardır. Çünkü yemek yemekten zevk alırlar; yemek yemeyi beklerler, doymak istemezler yani o güzel tatlarla geçirilen anlar bitmesin isterler; ama hep biter. Bazı yemeyi çok seven insanlar benim doyma duyum yok dese de kimse fazla yemek yemekten patlayarak ölmemiştir. Bunun farkına varmak lazım.
Yemek için yaşayan insanlar yemek konusunda kültürlüdürler. Hatta bazıları hiç eğitim almamış olsa da kendilerinin gurme olduğunu iddia ederler.Bu insanlar her türlü sosu, meyveyi,sebzeyi,balığı bilirler. Öyle ki bir yemek yeme yerine gittiğinizde yemeği beğenmeyip geri gönderebilir ve şöyle bir cümle kurabilir: "Ben az pişmiş demiştim ve bu sos bu ete olmamış, şefinize söyler misiniz lütfen?". Geri giden yemek genelde ters çevrilip üstüne biraz yağ eklenmiş halidir. Yağ ve tuz yemeğe tat katar ya bir de işin psikolojik yanı olunca et kömür bile olsa artık gözde az pişmiştir.
Yemek için yaşayan insanlar yaşamak için yiyen insanlara göre hiç üşengeç değildirler. Çünkü gecenin bir yarısında kalkıp patates kızartabilirler, puding, kek gibi gıdaları hazırlarlar. Bu da gerçekten yemek için yaşadıklarının göstergesidir. Başka nasıl açıklayabilirim bilmiyorum. Tabi üşengeç olmadıkları ve zamanlarını çoğunlukla mutfakta geçirdikleri için çok beceriklidiler. Takdir ederim hatta kıskanırım; ama yetenek meselesi gerçekten de.
Şimdi gelelim yaşamak için yiyenlere.
2)Yaşamak için yiyenler: Bu grup insanların da amacı yaşamaya devam etmek için yemek yemektir. Yemek yemekten zevk almazlar. Yemek seçerler ve çok nadir sevdikleri yemek vardır. Çoğunlukla yemek yemedikleri için zayıftırlar, tırnaklarının üstünde vitaminsizliğe bağlı olarak beyaz beyaz çizgiler vardır ve malesef kansızdırlardır da. Bunlara rağmen mutlu mesut yaşarlar. Mümkün olsa yemeklerin bir hapa sıkıştırılmasını isterler. Yemek yememe yüzünden yaşadıkları en büyük sorunlardan biri kışın ısınmakta çok güçlük çekmeleridir; ama buna karşılık da yazın rahat ederler.
Bir çok insan yaşamak için yiyen grubuna zayıf oldukları için gıpta etseler de bir kaç olumsuz yanını gösterdikten sonra eskisi gibi düşünmeyeceklerini umuyorum.
Misafirliğe bir yere gidildiğinde orada anaç bir insan varsa bu yaşamak için yiyen insana acıyın. O teyze "aaaa sen ne kadar zayıfsın ailen seni yedirmiyor mu? O tabaktakilerin hepsi bitecek. Sen benim yanımda 1 ay kal bak nasıl kilo alırsın" der. Tabi hatır gönül işi hayır demenize rağmen o tabaktakilerin çoğu psikolojik işkence ile biter. Sonra da kendinizi kötü hissedersiniz.
Bu grup çok yemek yemediği için genelde bir yerden normal insanların yediği kadar yemek sipariş ettiğinde tabakta biraz bırakırlar. Hemen espiritüel bir arkadaş devreye girer: "Hehe ben senin artıklarınla doyardım ki keşke yemek söylemeseydim!". Buna da alışmışsınızdır tepki vermezsiniz. Bu grup insansanız size önerim çocuk menüleri gayet iyi seçimlerdir. Ne sos olur ne de baharat. Çünkü yaşamak için yiyenler ellerinden geldiğince yemekleri sade isterler örnek vermek gerekirse bazıları ketçap, mayonez bile sevmezler.
Bu insanlar yemek için yaşayanlara göre daha beceriksizdirler. Çünkü mutfakta geçirilen zamanı boşa geçen bir zaman olarak düşünürler; bu yüzden de güzel yemek yapamazlar. Bu da onları daha da hayattan soğuttuğundan evlerine yakın yeme yerlerindeki telefon numaralarını bilirler ve ekonomik durumları müsade ettiğince dışarıdan yemek ısmarlar.
Sonuç olarak, iki insan türünün de birbirine göre olumlu ve olumsuz yanları vardır. Lütfen "keşke karşı türden olsaydım" demeyin...
3 Temmuz 2010 Cumartesi
Türkiye'de Murphy Yasaları 1
Bilindiği gibi Murphy Yasaları Türkçe anlamıyla olumsuzluk yasalarıdır. Bir örnek vermek gerekirse; eğer elinizde reçelli bir ekmek varsa ve elinizden kayarsa yere düşerken halının üstüne mutlaka reçelli tarafı düşer ve halıyı temizlemek zorunda kalırsınız. Ya da arabayı yıkatırsanız hemen o gün yağmur yağar, saçınıza fön çektirirseniz yağmur yağar gibi. Bunlar evrensel yasalardır; dünyanın her yerinde olur. Kısacası bir işin ters gitme olasılığı varsa kesin ters gider. Ben de düşündüm taşındım ve Türkiye için Murphy Yasaları hazırladım. Aklımda olanların birkaç tanesini yazacağım.
1)Aceleniz varsa ve trafikteyseniz yolda ya çalışma vardır ya da bir kaza olmuştur: Evet, bu genellikle başa gelir. Toplantıya yetişeceksinizdir, sınava yetişeceksinizdir normalde çok akan trafik bir anda yavaşlamaya başlamıştır ve hatta akmamaya başlamıştır. Bu da ne demek ya yolun bir şeridini kapattılar ya da bir kaza oldu polisler geldi. Toplantıyı unutun işten atıldınız, sınava da girmenin anlamı yok. Dersi bir daha ki dönem alırsınız. Kırmızı ışıklardan hiç bahsetmiyorum, acele varsa zaten kırmızı ışığa rastlanır bu evrenseldir; ama yol yapım çalışması evrensel değildir.
2) Otobüse bindiğinizde ve aceleniz varsa otobüs her durakta itina ile durur: Özellikle bu İstanbul için geçerli. Ne zaman otobüse binsem mutlaka her durakta durur ve normalde 15 dakikada gideceğim yolu 1 saate yakın bir sürede giderim. Bu da en iyi ihtimal. Bu yüzden aceleniz varsa taksi tutun; geç kalacağım diye yaşayacağınız strese değmez.
3)Çok önemli bir işiniz varsa elektrik kesilir: Bu genelde gündüz iş ortamında olur. Önemli bir işlem yapıyorsunuzdur; bir anda rüzgar esmeye başlar bir de bakmışsınız elektrikler kesilmiş. Sil baştan yap bütün yaptığın işleri.Ya da filmin en önemli yerinde elektrikler gider ve kalırsınız bir merakla. Bu yüzden imkanınız varsa cimrilik yapmayın alın jeneratörü, herkes mutlu olsun.
4)Evi ya da işyerini temizlediğiniz zaman sel olur: Son yıllarda Türkiye'de çok yağmur yağdı ve haftalarca sel haberi izledik. Bu da bana olumsuzluk yasalarını hatırlattı; o sel basan günler temizlik yapılmıştır çok büyük bir ihtimalle. Araştırmak gerekir bence. Bunun için de zemin katta bulunan iş ve evlerin önünde hendek açılmalı bütün su oraya rahatlıkla dökülebilmeli.
5)Önemli bir araştırma yaparsanız o site bir bakmışsınız yasaklanıvermiştir: Bilindiği gibi bir çok site ülkemizde bir şekilde yasaklanıyor. Ne zaman önemli bir araştırma yapmak isterseniz ve sizin için önemli bir siteye girerseniz bir anda bilmemne no'lu bilmemne mahkemesinin yasasına göre kapatılmıştır ne zaman da açılacağı belli değildir.
6)Almak istediğiniz ağrı kesici ya da mide bulantısına iyi gelen ilaç artık reçeteli verilmektedir: Bu da o size çok iyi gelen ilaçları doktora gitmeden alamayacağınız anlamına gelir ve hiç hoş değildir. Başka bir ilaç almak durumunda kalırsınız; o da ne kadar etkili olur bilinmez.
Bunlar bir kaç tane yasalar.Ülkemi seviyorum. Her zaman olumsuzluktan çok olumluluk yasalarınızın olması dileğiyle. En kısa zamanda 2. bölümü yayınlayacağım.
1)Aceleniz varsa ve trafikteyseniz yolda ya çalışma vardır ya da bir kaza olmuştur: Evet, bu genellikle başa gelir. Toplantıya yetişeceksinizdir, sınava yetişeceksinizdir normalde çok akan trafik bir anda yavaşlamaya başlamıştır ve hatta akmamaya başlamıştır. Bu da ne demek ya yolun bir şeridini kapattılar ya da bir kaza oldu polisler geldi. Toplantıyı unutun işten atıldınız, sınava da girmenin anlamı yok. Dersi bir daha ki dönem alırsınız. Kırmızı ışıklardan hiç bahsetmiyorum, acele varsa zaten kırmızı ışığa rastlanır bu evrenseldir; ama yol yapım çalışması evrensel değildir.
2) Otobüse bindiğinizde ve aceleniz varsa otobüs her durakta itina ile durur: Özellikle bu İstanbul için geçerli. Ne zaman otobüse binsem mutlaka her durakta durur ve normalde 15 dakikada gideceğim yolu 1 saate yakın bir sürede giderim. Bu da en iyi ihtimal. Bu yüzden aceleniz varsa taksi tutun; geç kalacağım diye yaşayacağınız strese değmez.
3)Çok önemli bir işiniz varsa elektrik kesilir: Bu genelde gündüz iş ortamında olur. Önemli bir işlem yapıyorsunuzdur; bir anda rüzgar esmeye başlar bir de bakmışsınız elektrikler kesilmiş. Sil baştan yap bütün yaptığın işleri.Ya da filmin en önemli yerinde elektrikler gider ve kalırsınız bir merakla. Bu yüzden imkanınız varsa cimrilik yapmayın alın jeneratörü, herkes mutlu olsun.
4)Evi ya da işyerini temizlediğiniz zaman sel olur: Son yıllarda Türkiye'de çok yağmur yağdı ve haftalarca sel haberi izledik. Bu da bana olumsuzluk yasalarını hatırlattı; o sel basan günler temizlik yapılmıştır çok büyük bir ihtimalle. Araştırmak gerekir bence. Bunun için de zemin katta bulunan iş ve evlerin önünde hendek açılmalı bütün su oraya rahatlıkla dökülebilmeli.
5)Önemli bir araştırma yaparsanız o site bir bakmışsınız yasaklanıvermiştir: Bilindiği gibi bir çok site ülkemizde bir şekilde yasaklanıyor. Ne zaman önemli bir araştırma yapmak isterseniz ve sizin için önemli bir siteye girerseniz bir anda bilmemne no'lu bilmemne mahkemesinin yasasına göre kapatılmıştır ne zaman da açılacağı belli değildir.
6)Almak istediğiniz ağrı kesici ya da mide bulantısına iyi gelen ilaç artık reçeteli verilmektedir: Bu da o size çok iyi gelen ilaçları doktora gitmeden alamayacağınız anlamına gelir ve hiç hoş değildir. Başka bir ilaç almak durumunda kalırsınız; o da ne kadar etkili olur bilinmez.
Bunlar bir kaç tane yasalar.Ülkemi seviyorum. Her zaman olumsuzluktan çok olumluluk yasalarınızın olması dileğiyle. En kısa zamanda 2. bölümü yayınlayacağım.
2 Temmuz 2010 Cuma
Eyvah Misafir!
Bu ara evime misafir gelip gidiyor. Bu durumu gözetledim :D. Çünkü bir telaş içindeydim. Eyvah misafir modundaydım, bir telaş bir panik. Geliyorlar gelmek üzereler vs. vs. :). Herkes bu durumu yaşamıştır. Ben de gözlemlerimle maddelerle bu durumu anlatmak istedim.
1) Ev düzenli olmalı kuralı: Şimdi buradan yazayım evin temiz olmasıyla düzenli olması farklı kavramlardır. Temiz ev genelde hem temiz ve düzenlidir:); ama düzenli ev temiz ev olmak zorunda değildir. Ben de tek başına yaşayan bir şahıs olarak, arkadaşlarıma rezil olmayayım dedim. Halbuki yurdu yeni boşaltmıştım Giresun'dan yeni gelmiştim etrafta bavullar vardı. Başladım evi düzeltmeye biraz çabanın ardından bavullar kalkmış, bulaşıklar bulaşık makinesinde yerini almıştır. Düşündüm taşındım. Bu tamamen yalan bir olaydı. Çünkü misafirler bizim gerçek kişiliğimizi görmek istemez mi? :). Eğer normalde dağınık olan insan misafir geldiğinde de dağınık olmalıdır ki gerçek yüzünü göstersin. Yalancılığın manası yok. Belki dağınık olsa da dağınıklığın içinde düzenli bir insandır. Lütfen misafirlere karşı gayet içten olalım. Onlara nasılsak öyle olduğumuzu gösterelim!!!(Sevgili arkadaşlarım benden düzen beklemeyin)
2)Misafir umduğunu değil bulduğunu yer: Külliyen yalan. Öyle olsaydı misafir hiç bir şey yemezdi. Şimdi eğri oturup doğru konuşalım misafirler için özene bezene güzel güzel yemekler hazırlanır, pastalar hazırlanır, olmadı bir yerden satın alınır servis edilir. Bu da atasözümüzü değiştirir. Misafir bulduğunu zaten beğenir :). Ev sahibi o kadar hazırlanmış, etmiş misafir beğensin diye. Beğenmeme gibi bir ihtimali yok :); ama bunda da önceden belirttiğim gibi yine bir kişilikle çatışma görüyorum. Her akşam hazırlanan yemek menüsü bence misafir için yeterli olmalı. O zaman misafir gerçekten umduğunu değil bulduğunu yemiş olur.
3)Yatılı misafir ise...:Misafirler tabi 2'ye ayrılır. Bir normal gün içinde gelip sonra evlerine ya da otele vs. gidenler diğeri de yatılı kalanlar. Yatılı kalan misafirlerin genelde yakın çevreden olması gerekir ki böyle bir şey rica edebilsin :). Ev sahibi de tabiki reddetmez bu durumdan memnun kalır. Yalnız bu tür misafirlerde şöyle bir sorun olmaktadır. Biyolojik saatler! Bazı insanlar sabahlara kadar oturmaktan hoşlanırlar, bazılar da tavuk gibi erkenden yatarlar. Ertesi gün işe gitmesi gerekir, toplantısı vardır vs. Bu zaman bir çelişki olur bünyede. Misafir misafirdir şimdi onunla sabahlara kadar oturim, uykusuz da kalim bir gececik ne olacak mantığı. Çelişkiyi yaratan ise ben uykusuzluğa dayanamam ki şimdi az uyusam yarın bütün günüm iğrenç geçicek, çok dalgın olacağım bütün dengelerim bozulacak. Bence bu durumda yapılması gereken en mantıklı şey misafire ne çay ne de kahve ikram etmemek bunun yerine ayran ve süt ikram etmek :). Sonra da bir anda esnemeye başlamak. Bilindiği gibi esnemek bulaşıcıdır. Bu yüzden de karşı tarafın uykusu geleceği için iki taraf da mutlu mesut uyur:).
4)Sessizlik olduğunda yaşanan gerginlik: Bazı durumlarda misafir çok yakın olmaz. Resmi bir buluşma gibi olur. Sırf nezaketten davet edilmiştir, karşı taraf da nezaketten kabul etmiştir. Böyle durumlarda genelde ortak bir nokta olmadığı için arada sessizlik olur. Eeeee bu ara havalar da baya ısındı diye birisi girer devreye. Diğeri de evet evet son 10 yılın en sıcak günleriymiş der veeeeee yine sessizlik başlar:). Bu eurumlarda yapılacak en mantıklı şey varsa televizyon ve radyoyu açmaktır. Orada zap yaparken illa ki bir konu gündeme gelir ve 1-2 saat konuşulacak konu ortaya çıkar.Ondan sonra zaten ne yapsak kâr etmez. Zaten resmi misafir 1-2 saatten fazla kalacak değil ya . Gün kurtarılmış olur :).
Demem o ki misafir sizin yakınınızsa zaten hazırlık yapmaya gerek yoktur. "Ben misafir miyim ayol?" felsefesi kulağa her zaman mantıklı gelir. Resmi misafirse bilemem. Bu zamana kadar hep arkadaş ağırladım ben :).
1) Ev düzenli olmalı kuralı: Şimdi buradan yazayım evin temiz olmasıyla düzenli olması farklı kavramlardır. Temiz ev genelde hem temiz ve düzenlidir:); ama düzenli ev temiz ev olmak zorunda değildir. Ben de tek başına yaşayan bir şahıs olarak, arkadaşlarıma rezil olmayayım dedim. Halbuki yurdu yeni boşaltmıştım Giresun'dan yeni gelmiştim etrafta bavullar vardı. Başladım evi düzeltmeye biraz çabanın ardından bavullar kalkmış, bulaşıklar bulaşık makinesinde yerini almıştır. Düşündüm taşındım. Bu tamamen yalan bir olaydı. Çünkü misafirler bizim gerçek kişiliğimizi görmek istemez mi? :). Eğer normalde dağınık olan insan misafir geldiğinde de dağınık olmalıdır ki gerçek yüzünü göstersin. Yalancılığın manası yok. Belki dağınık olsa da dağınıklığın içinde düzenli bir insandır. Lütfen misafirlere karşı gayet içten olalım. Onlara nasılsak öyle olduğumuzu gösterelim!!!(Sevgili arkadaşlarım benden düzen beklemeyin)
2)Misafir umduğunu değil bulduğunu yer: Külliyen yalan. Öyle olsaydı misafir hiç bir şey yemezdi. Şimdi eğri oturup doğru konuşalım misafirler için özene bezene güzel güzel yemekler hazırlanır, pastalar hazırlanır, olmadı bir yerden satın alınır servis edilir. Bu da atasözümüzü değiştirir. Misafir bulduğunu zaten beğenir :). Ev sahibi o kadar hazırlanmış, etmiş misafir beğensin diye. Beğenmeme gibi bir ihtimali yok :); ama bunda da önceden belirttiğim gibi yine bir kişilikle çatışma görüyorum. Her akşam hazırlanan yemek menüsü bence misafir için yeterli olmalı. O zaman misafir gerçekten umduğunu değil bulduğunu yemiş olur.
3)Yatılı misafir ise...:Misafirler tabi 2'ye ayrılır. Bir normal gün içinde gelip sonra evlerine ya da otele vs. gidenler diğeri de yatılı kalanlar. Yatılı kalan misafirlerin genelde yakın çevreden olması gerekir ki böyle bir şey rica edebilsin :). Ev sahibi de tabiki reddetmez bu durumdan memnun kalır. Yalnız bu tür misafirlerde şöyle bir sorun olmaktadır. Biyolojik saatler! Bazı insanlar sabahlara kadar oturmaktan hoşlanırlar, bazılar da tavuk gibi erkenden yatarlar. Ertesi gün işe gitmesi gerekir, toplantısı vardır vs. Bu zaman bir çelişki olur bünyede. Misafir misafirdir şimdi onunla sabahlara kadar oturim, uykusuz da kalim bir gececik ne olacak mantığı. Çelişkiyi yaratan ise ben uykusuzluğa dayanamam ki şimdi az uyusam yarın bütün günüm iğrenç geçicek, çok dalgın olacağım bütün dengelerim bozulacak. Bence bu durumda yapılması gereken en mantıklı şey misafire ne çay ne de kahve ikram etmemek bunun yerine ayran ve süt ikram etmek :). Sonra da bir anda esnemeye başlamak. Bilindiği gibi esnemek bulaşıcıdır. Bu yüzden de karşı tarafın uykusu geleceği için iki taraf da mutlu mesut uyur:).
4)Sessizlik olduğunda yaşanan gerginlik: Bazı durumlarda misafir çok yakın olmaz. Resmi bir buluşma gibi olur. Sırf nezaketten davet edilmiştir, karşı taraf da nezaketten kabul etmiştir. Böyle durumlarda genelde ortak bir nokta olmadığı için arada sessizlik olur. Eeeee bu ara havalar da baya ısındı diye birisi girer devreye. Diğeri de evet evet son 10 yılın en sıcak günleriymiş der veeeeee yine sessizlik başlar:). Bu eurumlarda yapılacak en mantıklı şey varsa televizyon ve radyoyu açmaktır. Orada zap yaparken illa ki bir konu gündeme gelir ve 1-2 saat konuşulacak konu ortaya çıkar.Ondan sonra zaten ne yapsak kâr etmez. Zaten resmi misafir 1-2 saatten fazla kalacak değil ya . Gün kurtarılmış olur :).
Demem o ki misafir sizin yakınınızsa zaten hazırlık yapmaya gerek yoktur. "Ben misafir miyim ayol?" felsefesi kulağa her zaman mantıklı gelir. Resmi misafirse bilemem. Bu zamana kadar hep arkadaş ağırladım ben :).
1 Temmuz 2010 Perşembe
Yes abi benden ok!
Bu gün aklıma bir konu geldi. Ben İngilizce eğitim verilen bir üniversitede okumaktayım. Okul dönemleri boyunca günümün çoğu İngilizce ders dinlemekle geçiyor, hatta öyle şeyler oluyor ki Türk olan hocamızla bile İngilizce konuşuyoruz, mailleşiyoruz. Bana bu çok saçma geliyor. Sen Türk'sün ben Türk'üm neden başkasının dilini konuşuyoruz. Bu gün bunu irdelemeyeceğim. Sadece dikkatimi çeken bir konuydu olay nasıl işliyor onu anlatmak istiyorum. İngilizce bilen insanlar bazen Türkçe kelimeler yerine İngilizce kelimeler seçebiliyor!
İlk önce başımdan geçen kendi kendime çok güldüğüm bir olayı anlatmak istiyorum. Yılbaşıydı, klasik takvimler falan dolanıyor ortalıkta. Bize de gelmiş bir takvim. Takvim Ocak ayından başlamadan önce üstünde "Nice Yıllara" yazıyor. Benim kafam ne kadar bulanmışsa artık bu söz öbeğini "Nays Yıllara" okudum, ya dedim bu kadar da olamaz. Hem Türkçe hem İngilizce nasıl yazabiliyorlar bunu :). Bu da benim İngilizce'ye kendimi nasıl kaptırdığımın resmidir :).
Bu yazı bir eleştiri yazısı olacaktır. Yine etrafınızda gördüğünüz şeyleri dile getireceğim.
1)Çok İngilizce bilmeyenler İngilizce biliyorum diye cümleler arasına İngilizce kelimeler serpiştirirler: Bu olay biraz gösteriş meselesidir ve hiç bir zaman çözememişimdir. Thank you abi, ne olcak?, Yes, şuradan bana bir bardak tea verir misin? gibi hangi dil belli olmayan cümleler. Bana açıkcası çok saçma geliyor, bir de bu genellemedir. Bazıları gerçekten hayatında çok İngilizce konuşursa belki bazı kelimelerin Türkçe'si akla gelemeyebilir :); ama yine de istisnalar kaideyi bozmaz.
2)Yabancı dil öğreten okulların kendi dilleri vardır: Benim okulum daha önce de belirttiğim gibi İngilizce eğitim vermektedir. Bu yüzden de bir çok yerin ismi İngilizce'dir. Mesela ben çok nadir çalışma odası derim, çünkü çalışma odası desem karşımadaki bana çok garip bir şey demişim gibi bakar. Onun ismi "study"didir. Ya da makale yazıyorum ben diyemem, essay'im var yetişecek derim. Makale diyince karşı tarafın kafası karışır. Bu kız n'apıyor acaba derler?. Bu benim işime gelmeyen bir ortam; ama tamamen sürü psikolojisi ile alakalıdır. Bükemediğin eli öpeceksin mantığı :).
3) Yabancı dil ile adlandırılan yer isimleri: Bu en anlamadığım gruptur. Her yere giderken yer isimlerini, tabelaları vs. okurum. Bu yüzden de çoğu ismi görürüm. Yabancı temelli firmalardan bahsetmiyorum; ama bariz bizim ülkemizin şirketlerinin ya da dükkanlarının, marketlerinin vs. yabancı isim olmasını kabullenemiyorum. Bunlardan en saçma 2 tanesini sizinle paylaşmak istedim. Logic İngilizce bir kelimedir ve Türkçe karşılığı mantıktır. Bizim zeki ve espiri yeteneği olan bir esnafımız kendi çapında "c" harfini kelimeden çıkarıp yerinin ismini "Logi" koyup kendi çapında mantı yapan bir yer açmıştır. Ya da observation kelimesi gözlem demektedir, bir zeki vatandaşımız yine gözleme yapan bir yer açmış ve ismini "Observation" koymuştur. Bunlar gariptir, üzücüdür, kabul edilemez! Eğer turist gelen bir yerse İngilizce menün zaten hazır olur.
4)Siz Türk'ler ne der?: Bu lafı kullanan malesef insanlar var. Böyle ben çok İngilizce biliyorum, Türkçe kelime aklıma gelmiyor, ben İngilizce'sini söyleyeyim sen anla mantığıdır. Arada ben de kafa karışıklığına yapabilirim. Afedersiniz şimdiden :). Sadece paylaşmak istedim. Bu cümleyi sırf hava olsun diye kullanan insanlar da var onlar için gerçekten diyecek bir söz bulamıyorum. Hayatınızda başarılar.
İngilizce bilenlere sesleniyorum, lütfen Türkçe'mizi kullanırken hakkını verelim :).
İlk önce başımdan geçen kendi kendime çok güldüğüm bir olayı anlatmak istiyorum. Yılbaşıydı, klasik takvimler falan dolanıyor ortalıkta. Bize de gelmiş bir takvim. Takvim Ocak ayından başlamadan önce üstünde "Nice Yıllara" yazıyor. Benim kafam ne kadar bulanmışsa artık bu söz öbeğini "Nays Yıllara" okudum, ya dedim bu kadar da olamaz. Hem Türkçe hem İngilizce nasıl yazabiliyorlar bunu :). Bu da benim İngilizce'ye kendimi nasıl kaptırdığımın resmidir :).
Bu yazı bir eleştiri yazısı olacaktır. Yine etrafınızda gördüğünüz şeyleri dile getireceğim.
1)Çok İngilizce bilmeyenler İngilizce biliyorum diye cümleler arasına İngilizce kelimeler serpiştirirler: Bu olay biraz gösteriş meselesidir ve hiç bir zaman çözememişimdir. Thank you abi, ne olcak?, Yes, şuradan bana bir bardak tea verir misin? gibi hangi dil belli olmayan cümleler. Bana açıkcası çok saçma geliyor, bir de bu genellemedir. Bazıları gerçekten hayatında çok İngilizce konuşursa belki bazı kelimelerin Türkçe'si akla gelemeyebilir :); ama yine de istisnalar kaideyi bozmaz.
2)Yabancı dil öğreten okulların kendi dilleri vardır: Benim okulum daha önce de belirttiğim gibi İngilizce eğitim vermektedir. Bu yüzden de bir çok yerin ismi İngilizce'dir. Mesela ben çok nadir çalışma odası derim, çünkü çalışma odası desem karşımadaki bana çok garip bir şey demişim gibi bakar. Onun ismi "study"didir. Ya da makale yazıyorum ben diyemem, essay'im var yetişecek derim. Makale diyince karşı tarafın kafası karışır. Bu kız n'apıyor acaba derler?. Bu benim işime gelmeyen bir ortam; ama tamamen sürü psikolojisi ile alakalıdır. Bükemediğin eli öpeceksin mantığı :).
3) Yabancı dil ile adlandırılan yer isimleri: Bu en anlamadığım gruptur. Her yere giderken yer isimlerini, tabelaları vs. okurum. Bu yüzden de çoğu ismi görürüm. Yabancı temelli firmalardan bahsetmiyorum; ama bariz bizim ülkemizin şirketlerinin ya da dükkanlarının, marketlerinin vs. yabancı isim olmasını kabullenemiyorum. Bunlardan en saçma 2 tanesini sizinle paylaşmak istedim. Logic İngilizce bir kelimedir ve Türkçe karşılığı mantıktır. Bizim zeki ve espiri yeteneği olan bir esnafımız kendi çapında "c" harfini kelimeden çıkarıp yerinin ismini "Logi" koyup kendi çapında mantı yapan bir yer açmıştır. Ya da observation kelimesi gözlem demektedir, bir zeki vatandaşımız yine gözleme yapan bir yer açmış ve ismini "Observation" koymuştur. Bunlar gariptir, üzücüdür, kabul edilemez! Eğer turist gelen bir yerse İngilizce menün zaten hazır olur.
4)Siz Türk'ler ne der?: Bu lafı kullanan malesef insanlar var. Böyle ben çok İngilizce biliyorum, Türkçe kelime aklıma gelmiyor, ben İngilizce'sini söyleyeyim sen anla mantığıdır. Arada ben de kafa karışıklığına yapabilirim. Afedersiniz şimdiden :). Sadece paylaşmak istedim. Bu cümleyi sırf hava olsun diye kullanan insanlar da var onlar için gerçekten diyecek bir söz bulamıyorum. Hayatınızda başarılar.
İngilizce bilenlere sesleniyorum, lütfen Türkçe'mizi kullanırken hakkını verelim :).
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)